4.BÖLÜM

2425 Words
Güzel duygular ile dönmüştüm gece evime. Hayatın nelere gebe olduğunu bilmek oldukça güçtü ancak artık benim için güzel şeylere gebe olduğunu umut edebilmek güzeldi. Uzaktan da olsa güzel günlerin göz kırptığını görebilmek çok hoştu. “Sana hâlâ inanamıyorum Alin, insan ev arkadaşı almadan önce bana da bir danışır öyle değil mi?” Beni güzel düşüncelerimden alıkoyan sesin sahibi Selin olmuştu. Dün yaşanan ani ev arkadaşı seçimimden pek hoşnut kalmamış aksine bundan nefret etmişti. “Neden sana sorayım ki? Yani onunla yaşayacak olan benim. Gündüzleri sen buradasın ama o büyük ihtimalle olmayacak bile evde. Sen de geceleri yoksun ama o geceleri burada olacak. Yani… Aslında birbirinizi asla görmeyeceksiniz desem yeridir.” “Gündüz evde olmayacağını nereden çıkarttın öğrenebilir miyim?” “Örgün eğitim olduğunu sohbet arasında yakalamış olabilirim.” Selin, mutfak masasına otururken gözlerini devirmekten geri kalmamıştı. Ben ise hâlâ neden Yeliz’den bu kadar nefret ettiğini bilmiyordum. Sormaya karar vermiştim. “Peki, tüm bunları geçersek, sen neden bu kadar nefret ettiğini söyleyecek misin?” “Kim ben mi nefret ediyorum?” diyerek sanki tüm gece ve sabah şikâyetçi davranan kendisi değilmiş gibi soruma hayretler içerisinde bakıyordu. “Aptalı oynama Selin, hadi söyle neden bu kadar nefret ediyorsun? Üstelik daha önce Yeliz’den bahsetmemiştin bana.” “Emin ol onu ev arkadaşı olarak evine davet edeceğini düşünebilseydim anlatırdım!” “Mızmızlanmayı bırak Selin, kız sana ne yaptı?” Ağzındaki lokmayı yuttu, geriye yaslandı, elindeki çatalı bıraktı. “Burnu havada, her şeyi bildiğini sanan ukalanın teki, beceriksiz ama çok becerikli gibi davranan şu okulun popüler kızlarından benim için.” Söylediği tüm nedenler düşününce gözüme yeterli gelmiyordu, devamını getirmesi için gözlerinin içine baktım ancak gözlerini kaçırıyordu. “Ve?” “Ne demek ve?” “Başka neyi var bu kızın onu soruyorum Selin? Ayrıca ne kadar naza çektin öyle konuyu! Söyle artık!” Biraz daha söylemezse eğer konunun tartışmaya gideceğini anlamış olacak ki konuşmaya başladı. “Tamam, anlatıyorum. Aslında kızdan nefret etmemen için anlatmıyordum çünkü kızı dün evine aldın resmen! Madem istiyorsun öyleyse dinle. Göktuğ’un eski sevgilisinin en yakın arkadaşlarından biri Asel, anlamadığın herhangi bir zaman diliminde bile saklamaya çalıştığın her şeyi bir çırpıda tahmin bile edemeyeceğin bir noktada yakalar. Saklamaya çalıştığın ne varsa ortaya çıkartmakta üstüne yok gibidir. Dedikoduya bayılır, hatta sırf bu huyu yüzünden Ersan ile ayrılmamıza bile sebep oluyordu neredeyse. Bu yüzden onunla büyük bir tartışma yaşadım. Şimdi ise erkek arkadaşlarımız hem çok yakın arkadaş hem de birlikte müzik yapıyorlar diye birbirimize katlanıyoruz. Yani teşekkürler sevgili en yakın arkadaşım. He kendine bir dert edindin hem de sık geleceğim bu eve baş düşmanlarımdan birini almış oldun…” Bu duyduklarım beni ikna etmişti, Selin Yeliz’den nefret etmekte haklıydı. En azından evime almam konusunda bu denli kızmakta. “Senin hatan sayılır Selin, daha önce uyarsaydın böyle şeyler yaşamazdık…” diyerek suçu hem ona atmak istedim hem de ortamın gerginliğini almak istedim. Çünkü Selin, Ersan ile ayrıldığı dönemi hatırladığında oldukça tadı kaçıyor ve yeniden aynısını yaşama korkusu ile sarsılıyordu. Selin, Ersan’a umutlarıyla tutunuyordu çünkü. Birbirleri için cennetin kapısını açan anahtar gibiydiler. Yan yana geldiklerinde unutmayı tercih edecekleri ne varsa o anlığına hafızalarından atıyorlar, ne şimdiki ana ne de geçmişin berbatlığını umursuyorlardı. Onları ilgilendiren şey geleceğin güzellikleriydi. Bunun doyumsuzluğunu birbirlerinde tattıkları an aşık olmuşlar ve ayrılık onlar için ölümle eş değer hale gelecek kadar vahim bir duruma dönüşüvermişti. “Demek şimdi de benim suçum oldu öyle mi? Sarp’ın buraya daha çok gelmesini sağlamak için Yeliz’i kullandın ve Göktuğ’u daha çok görmek için de Sarp’ı kullandığını fark etmediğimi sanma küçük sinsi fare…” Cümlesiyle yutmak üzere olduğum ama boğazımda kalan kahvenin etkisiyle öksürmeye başlamıştım. “Kendini acındırma bari…” Beni uç noktamdan yakaladığını anlamıştı ve şimdi bu noktadan ilerlemeye kararlı şekilde yaklaşıyordu. Ayağa kalkıp çay doldurmak için tezgâha doğru yaklaştı ve gözlerini kısarak bana baktı. Ben ise öksürmemi ancak toparlayabiliyordum. “Ne oldu boğazına kaçtı galiba Göktuğ’un adını duyunca?” Anında savunmaya geçmeliydim, bunu ise nasıl yapacağımı bilmiyordum. Yine de sıradan bir savunma ile onu savuşturmayı denedim. “Boğazıma kaçan şey senin benim yaptığımı düşündüğün şeydi. Sana inanamıyorum, insanları kullandığımı düşünmeni geçtim bunu neden Göktuğ için yapayım ki?” “Bilemiyorum, bunu bana sen söyle. Kavruk teni mi hoşuna gitti? Dövmeleri mi? Hangisi çok hoşuna gitti? Söyle hadi.” Utanmıştım, evet Göktuğ hoş bir çocuktu ancak ben Yeliz’i ev arkadaşı olmam konusunda düşünürken bunda Göktuğ’u daha sık görebilme ihtimalimi bile düşünmemiştim, düşündüysem de bunu ben değil bilinçaltım halletmişti. Ama şimdi tüm suçu adeta ben üstleniyordum. “Üstüme çok fazla geliyorsun. Hiçbir şeyden etkilenmedim tamam mı? Sadece sohbeti hoş biri gibi duruyordu. En azından ikimizde zamanında aldatılmışız. Ortak bir sarsıntı bizi birbirimize çekiyor olamaz mı yani?” “Sence bu bir çekim kuvveti için yeterli sayılır mı? Resmen çocuğa dibin geçti ama çaktırmamak konusunda kuyruğunu dik tutuyorsun. Neden biraz da olsa çocuğun sadece sohbetinin değil de başka şeylerinin de hoşuna gittiğini kabul etmiyorsun?” Gafil avlanıyordum resmen, bir mucize arıyordu beni bu durumdan kurtaracak, bulamıyordum. “Saçmalıyorsun Selin, üstelik çocuk aldatılarak bir ilişkiyi bitirmiş yani… Bir ilişki düşünmeyeceğini ben bile biliyorum.” Aklına, Asel denilen kız gelince kaşları çatıldı ve keskin bir yudum aldı çayından. Başarmıştım, dikkatini başka bir şeye çekmesini sağlamıştım. Öfkesi bana doğru yönelttiği alaycı kinayeli halinden daha ciddi bir konuydu. “Asel, gerçekten güzelliğini kötü yönde kullanan bir kız. Yeliz ile neden ve nasıl iyi geçindiklerini anlayabilmek çokta zor değil ya da benim neden ikisinden de haz etmediğimi anlamak.” “Bunu savunamam ama Asel eğer böyle bir şeyi yaptıysa yeniden affedilmek için çabalayacak yüzü nereden buluyor olabilir ki?” “Yüzsüz çünkü.” Sesini yükselterek cevaplamıştı sorumun cevabını. Farkında olmadan hiddetlenmişti, ikimizin de zayıf yönü buydu. Biz ortada bir haksızlık gördüğümüzde bu durum bizimle alakalı olsun ya da olmasın konuyu yadsıyamıyorduk. Özümsenmeyen tüm mantık dışı olaylar gözümüzün önünde gerçekleşirken biz de kontrolsüzce öfkeleniyorduk. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya sakin bir şekilde devam etmeyi denedi. “Asel ve Göktuğ çok iyi anlaşıyorlardı, Göktuğ giderek gerçek anlamda aşka düşmüştü hatta. Göktuğ, son zamanlarda çıkaracağı parçalar ile ilgilenmeye başlayınca Asel kendisini boşladığını söylemiş. Göktuğ’da ona bunun geçici bir süre olduğunu ve bu durumun yarattığı olumsuz etkiye kapılmaması gerektiğini anlatmış. Ancak Asel hiç ilgisiz kalmaya dayanabilir mi? Hiç sanmıyordum ve haklı da çıktım. Göktuğ’un yanında olacak iken onu aldatmış ve bunu üzün süre sürdürmüş. Ortaya çıktığında herkes büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı.” “Göktuğ’u düşünemiyorum bile.” “Darmadağın olmuştu, Göktuğ o yoğun dönemde Asel’in çok iyi ve anlayışlı davrandığını anlatıp kendince sevinirken meğerse Asel ilgilenecek başka bir şey bulabildiği için o denli sakin ve sabırlıymış. Bu ortaya çıktığında tamamen dağıldı. Toplanması uzun zaman aldı, hâlâ da emin değiliz açıkçası toparlanabildiğinden.” “Eğer toparlanamadıysa, Asel’e geri de dönebilir demek yani bu öyle değil mi? Zehirde panzehirde yatıyor gibi bir durum bu Göktuğ için.” Selin buruk bir tebessüm etti, biraz da alay vardı dudağının kıvrımlarında. Ağzından çıkacak cümleyi sakince bekledim. “Göktuğ, bir uçurumda aşağıya itildi Alin, şans eseri tutunup yaşama tutunmuşken, sence kalbi onu uçurumdan atana geri dönmek için o kayalara tırmanır mı?” Bu çok anlamlı bir cevaptı, bir kalp kırıklığının nasıl geriye dönüşü olmayacağını betimlemenin en kısa ve öz cümlesini kurmuştu Selin az önce farkında olmadan. Derin bir nefes aldım. Doruk’un bana yaşattığı acıları anımsadım, beni nasıl da yetersizmişim gibi hissettirmesini anımsadım. Göktuğ’u bu yüzden anlayabiliyordum. Bir insanın kendisini nasıl da yetersiz hissettiğini biliyorum. Bunu bir kez hissettiğinizde artık yaşayabileceğiniz her ilişkide kendinizi sevilmeye layık görmüyorsunuz. Paranoyaklaşıyorsunuz, fazla ilgi bile sizi şüpheye düşürebiliyor. Adeta, sevgisizliğin öğrenilmiş çaresizliğini yaşıyorsunuz. Tüm bunlar kafamın içinde dolanırken ve Selin öfkesini yenmek için öylece çay kaşığı ile oynarken birden kapı zilinin sesi ile oturduğumuz yerde irkilivermiştik. “Gelmiş olamazlar değil mi? Neden erken geldiler.” Diyerek isyana tutuştu Selin.” “Bilmiyorum, biz de çok geç yapmadık aslında kahvaltımızı ama… Üstelik söylediğim saatten daha erken geldiler.” “Kesin bu o Yeliz’in işi. Kızım ben sana söyledim bak bu kız senin başına bela açar…” “Hemen günahını alma şimdi, belki onlar değildir nereden biliyorsun? Ne bileyim başka biridir belki.” Yüzünü buruştururken selin ben de otomata gittim ve kapıdakilerin kim olduğunu sordum. Gerçekten de Sarp ve Yeliz gelmişti. Selin, gelenlerin kim olduğunu bizzat kendi ağızlarından duyunca anlık bir sinir hamlesiyle bana atacak bir şey bulmaya çalıştı ancak bulamamıştı. Bu hali beni güldürse de Yeliz hakkında az çok haklı çıkıyor oluşu beni giderek rahatsız etmeye başlamıştı. Otomatik kapıyı açtım ve en üst kata çıkmalarını bekledim. O sırada Selin kahvaltı masamızı toplamakla meşgul oluyordu. Geldiklerinde onlarla ilgilenmemek için bu durumu tercih ettiği açık şekilde ortadaydı. Gönüllü olarak kahvaltı masasını toplamak pek huyu değildi, hazırlamayı sever ancak toplamayı pek sevmezdi. Asansörün sesini duyunca evin kapısını açtım ve onları gülümseyerek karşıladım. Sarp ve Yeliz el ele tutuşmuşlardı. Gülüşümü yarıda kesen ve şaşırmayı sağlayan kişi ise asansörden epey geç inen Göktuğ idi. Onu beklemiyordum, bu saatte beni dağınık topuzumla görmesi hiç hayal ettiğim bir şey değildi. “Günaydın.” Diye neşeyle selam verdi Sarp ancak Yeliz’in günaydın demesi için aynı olumlu yorumu yapamıyordum. Biraz bu bakımsız halimden tiksinmiş gibi bakmıştı bana ve bu özgüvenimi o an için yerle bir etmeye yeterliydi. “İçeriye gelin lütfen, söylediğim saatten daha erken geldiğiniz o yüzden lütfen mutfağın kusuruna bakmayın.” Diyerek onları içeriye buyur etmiştim. Sarp ve Yeliz yine el ele içeriye girmişlerdi. Göktuğ ise kapının önünde durmuştu, onu yeniden kafamı ona doğru çevirdiğimde gördüm. Uykudan yeni kalktığı belliydi, hafif şekilde yüzü hâlâ şişti ve göz çevresi o kahverengi gözlerini küçültecek kadar uyku ile çevreliydi. Buna rağmen gülümsüyordu. Bunun çok hoş bir an olduğunu düşünecek ve daha da sevinecek iken üstümün başımın halini hatırlayarak biraz duraksadım. “Günaydın,” dedim ve elim ile içeriye girmesini işaret ettim. Kapıyı da sonuna kadar açtım ve içeriye girerken burnuma gelen parfümünü adeta içime çektim. Herkes içeriye girince kapıyı kapattım ve onlar ile birlikte orta kısma geçip tek kişilik koltuklardan birine oturdum. Selin’de yanımdaki tekli koltuğa oturmuştu ancak o sinirli ve öfkeli olduğunu adeta haykırırcasına sergiliyordu tüm hareketlerini. “Ev bence çok güzel” Cümlesi ile öne atılan kişi Göktuğ olmuştu, tüm sessizliği delip geçmiş ve iltifatı bana bakarak etmişti. Evin şuan kiracısı ben olduğum için güzel bir seçim yaptığımı söylüyor olmalıydı. “Evet… Sayılır.” Tüm enerjimi emmek için yaratıldığını anladığım Yeliz, evi burun kıvırarak süzüyordu ancak gözlerindeki ışıltıyı evi beğenmesinden anlayabiliyordum. Bu yüzden yaptığının komikliği ile ve anlaşılmayacağına inanmasının salaklığını anladığımız için Selin ile anlık bir şekilde göz göze gelmiştik. Yine de Yeliz’i çaresiz olduğunu hatırlatmak ve Selin’in sabah anlattığı gibi bu durumu kullanmak için hamle yaptım. “Bildiğin gibi zevkler tartışılmaz ancak bundan daha iyi bir ev bulabileceği sanmıyorum şuan için. Daha erken bir zaman olmuş olsaydı sana benimle kalabilme olasılığını bile önermezdim emin ol, başka evler bulabileceğini düşündüğüm için. Ancak şuan okulların açılmasına çok az bir gün kaldı ve tüm öğrencilerin evlerini tuttu bile. Boş ev bulacağını sanmıyorum Yeliz ama tabii, karar senin.” Bu açıklamam ile onu çaresizliğine ikna etmiştim ev bulamama çaresizliğini kullanarak. Fark edip etmediğini bilmiyordum ama sanırım işe yarıyordu. Umutsuz gözleri Sarp’a baktı ve onaylarcasına kapandı açıldı göz kapakları. Sarp’ın da kafası aşağı yukarı sallanınca evime ev arkadaşı olarak geldiğini anlamıştım. Selin göz devirerek ayağa kalktı. Kötü bir şey söyleyeceğini düşünürken o hiç düşünmediğim bir şey söylemişti. “Kahve içer misiniz? Yani ben içeceğim de siz de ister misiniz?” Hepimiz olur diyince daha da büyük bir bıkkınlık ile mutfağa geçmişti. Bunu bir kaçma yöntemi ile kullanacak iken yanlışlıkla kurban oluvermişti. Sessizce kahvesini yaparken Göktuğ eliyle mutfağı gösterip gülümsedi. “Buraya değişik bir hava katıyor resmen.” “Değil mi? Ben de seviyorum bu şekilde olmasını. Küçük gibi görünüyor ancak birçok şeyi içinde yapabiliyorum ve diğer Amerikan mutfaklar gibi dağınık gözükmüyor.” Onunla gerçekten mutfak mimarisi konuştuğuma inanamıyordum ancak onunla başka bir şey konuşabileceğime inansam da şuan için konuları açan ben olmak istemiyordum. Konu böyle sürüp giderken gözü balkonu buldu. “İnanamıyorum, ne kadar güzel bir balkonunuz var.” Diyerek oturduğu yerden kalktı ve balkona yöneldi. Arkasından heyecanla ben de kalktım. Balkonun kapısını açmış, geniş kare şeklindeki balkonun minik halısına adımını atmıştı. “Burayı böyle yapmak kimin fikriydi?” Nasıl yanımıza kadar geldiğini bilmediğim Selin elindeki kahve fincanlarını bize uzatırken cevap verdi. “Alin’in aklına geldi. Ben sadece led ışıklarını getirdim o kadar. Gerisi Alin’in. Çiçekler bile onun ve onlara evden getirdi inanabiliyor musun? Öyle de bağlı işte…” Bu huyumdan bir rahatsızlıkmış gibi bahsetse de gülümseyerek Göktuğ’a göz kırpmıştı, sonrasında Yeliz ve Sarp’a da kahvelerini verip benim odama kendisini çekivermişti. “Yeliz’den hoşlanmadığını çok belli ediyor değil mi?” diyerek fısıldadı Göktuğ. Önce şaşırsam da ardından onu onayladım ve gülümsedim. “Hem de çok fazla belli ediyor ama sanırım Ersan ve Sarp bu duruma pek el atmıyorlar, öyle değil mi?” “Aslında bir ara müdehale etmeyi denediler, sonra ikisi de kız arkadaşlarından ‘sen bana onu mu savunuyorsun’ azarını yiyince tamamen vazgeçtiler bu konudan.” Neler olduğunu konuşurken kahvelerimizi yudumluyor ve birlikte sohbet ediyorduk. Onunla sohbet etmek keyifliydi, kahkaha atmanız kolaylaşıyordu çünkü sanki bizzat siz kahkaha atabilin diye konuşuyordu sizinle. Onu özel yapanda buydu, gülümsemem ile iyi geçinebilmesi. Zira şuana kadar birçok kişi tebessümüme düşmanlık etmişti ama sanki o arkadaş olmak için çabalıyordu. Sohbetimizi bölen benim telefonuma gelen mesaj sesiydi. Cebimden çıkarttığım telefonun ekranında yazan isimle sertçe yutkundum ve Göktuğ’un görmemesini sağlamak için biraz uzaklaştım. Bu hareketime anlam verememiş gibiydi ve haklıydı da. Bu yüzden hatta biraz tadı da kaçmış ve gülümsemesi yüzünden silinmişti. Gelen mesaj sevk edildiğim doktorumdan gelmişti. Bugün sevk işlemlerinin son günü olduğunu ve imzalamam gereken şeyler olduğunu söylüyordu, bana sorularda sorması gerektiğini belirtmişti. Son günü olduğunu ise tamamen unutmuştum. Kekeleyerek de olsa konuşmayı başarmıştım. “B-benim acilen çıkmam lazım. Bir arkadaşıma sözüm vardı ancak aklımdan tamamen çıkmış. Daha sonra görüşürüz olur mu?” Hiçbir şey sezmesin diye, sanki biraz daha kalsam bir şeyleri anlayacak gibi, cevap vermesine izin vermeden içeriye girdim ve kendimi Selin’in yanına attım. “Hemen gitmem lazım, Yeliz’ e istediği zaman taşınabileceğini söylemek sana kaldı. Benim için onları biraz idare et olur mu? Sana güveniyorum. Yeni doktorumun yanına gidip nasıl bir felaketle savaştığımın notlarını tutmasını izlemem gerekiyor.” Bir yandan giyiniyor bir yandan da Selin’e bunları söylüyordum. En başta kavrayamamıştı ama konuşmanın sonlarına doğru ne dediğimi anlamıştı. Yanağına bir öpücük kondurarak odadan çıktım ve salondakilere de veda ederek, onlarında bir şey sormasına izin vermeden, evden çıktım. İşte kaçmak sadece başkalarından kaçtığın sürece geçerliydi. Seni, senden başka bir şehirde başka bir hikâye umudu bile kurtaramıyordu. Gerçeklerden kaçamazdınız, sizi prangalayan tüm katı gerçeklerden kaçamazdınız. Bazı şeyleri silmek, yok gibi davranmak başkaları için geçerli olsa da sizin için bu durum pek geçerli olamazdı zira hayallerinizi bile engellemeye yeten bir durumdu bu. Attığınızı sandığınız her adım, sizi gerçeklerden uzaklaştırdığını sandığınız her adım aslında daha kötü bir yere doğru ilerletiyordu durumu ve anlamak zaman alıyordu. Anladığınız zaman ise toparlamak biraz zorlaşıyordu adeta.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD