Hepimizin bir dönüm noktası vardı. Bir yere vardığında değişeceğine inandığı hatta ikna olduğu bir hayatı. Bir anlık elde edilen hayalin getirdiği umut kadardı yaşam ve yaşamak. Daha fazlası değildi, olması söz konusu bile olmazdı. Bu nedenle; müzikler hayallere gebeydi, biz hayal etmeye ve kalp tüm hislere. Yaşayabilmenin getirdiği her türlü hissi seviyordum, korku, acı, özlem, mutluluk… Hissedebilmenin azametiyle, gürültülü şekilde hayatıma giren tüm engellenemez hisleri seviyordum… Tanıdığım herkese de bunu öğretmeye çalışıyordum. Ölüm, düşündüğünüzden daha da yakın tutuyordu pençelerini, ansızın yaralıyor, ansızın omuriliğinize dokunup ürkütüyordu. Otobüsün tekerlekleri hızla dönerken ve ben doğup büyüdüğüm şehrimden uzaklaşırken yanımda götürdüğüm tek hayal dışı gerçeğim vardı. Ölümüm. Varlığını hissetmediğim ancak beni günden güne eriten tümörüm…
Tüm gerçekliğine rağmen onu yeni hayatıma sokmamak konusunda son derece kararlıydım. Varlığını yalnızca ben bilecek ve aynaya baktığımda benim için endişelenen tek kişi ben olacaktım. Endişelenmek biraz kibar kalırdı tabii. İnsanlar genelde bana üzülürlerdi, ne kadar genç olduğumdan bahseder, Tanrı’dan benim için şifa dilerlerdi. Anlık bir duanın hayatımı kurtarmayacağını biliyordum diyebilirim ancak dediğim gibi… Bir hayalin getirdiği umut kadardı yaşam.
Ve edindiğimiz, edinebildiğimiz umutlar kadar olabiliyorduk sadece, daha fazlası olamıyorduk kısacık bahşedilen ömürde. Neyi değiştirebilirdik ki artık diye düşündüğümüz her bitkinleştirilmiş bitiş noktasında hayat bir tane daha tutunabilme dalı çıkartıyordu karşımıza. Öldürmeden, ecel gelmeden ölemezsin demenin adil yoluydu sanırım bu. Ve ecelini bekleyen insanoğlu için bunca kin, nefret ve öfke ne de abartılı duygulardı. Oysa ne kolay ölebiliyorduk zamanımızı bilmeden ve bu bilinmeyen zamana rağmen ne de çok plan yapabiliyorduk umarsızca hem de!
Telefonumun titremesi ile kulaklarıma dolan müzik sesinden sıyrıldım. Selin’den yeni bir mesaj gelmişti. Bugün beni defalarca aramıştı. Yolculuk esnasında beni aramaması için uyarmış, molalarda ise arayacağıma dair söz vermiştim. Aksi halde dizginlenemeyecek kadar heyecan doluydu.
“Artık sadece yazları değil, tüm mevsimlerde görüşebileceğimize inanamıyorum”
Gülümseyerek cevabımı yazmaya başladım.
“Tüm bu heyecanını anlamlandırmak biraz zor, altı üstü yaşadığın şehirde okul okumaya geliyorum”
“Evet, biliyorum. Hevesimi köreltmeye çalışıyorsun ancak işe yaramayacak. Seni otogarda bekliyor olacağım. Molalarda beni aramayı unutma.”
Daha fazla korumacı olamazdı diye düşünmeye başlamıştım. Her gün arar ve benimle görüntülü konuşurdu. Üstelik bulunduğum yerin de bir önemi yoktu onun için. Beni lavaboda bile konuşmam için zorluyordu.
Selin’i çocukluğumdan beri her yaz görüyordum. Yazlıklarımız yan yanaydı ve bu iyi anlaşmalar bir sürenin sonunda, ailelerimizin de tatilleri aynı zamana ayarlamaları ile, iyice pekişerek kardeşliğe dönüşmüştü.
Zaman aralığı az olan molalar da onu aramamıştım, otobüs yolculuğunda böyle sık mola verildiğini düşünemezdi bile. Ben dahi bilmiyordum çünkü. Yaklaşık sekiz saat gibi bir zaman dilimini otobüsün içerisinde atlatmıştım. İnsan oturarak yolculuk yaparken ne kadar yorulabilir? Bu sorunun cevabı bana hep abartı gelmiştir, uzun yoldan geldik biraz uyuyalım diyenlerin bu arzusu da dinlenmeye yer aramak gibi gelirdi hep gözüme ancak şimdi anlıyordum. İnsan gerçekten uyumak istiyordu bir an önce yumuşacık bir yatak bulup.
Tüm bu yolculuk serüveninin bittiğine, otobüsün terminale girmesi ile ikna olmuştum. Bu aracın çıkarttığı o fısıltılı sesten, tüm araçların aynı yerde mola vermesiyle aşağıya akın eden tüm insanlardan yeterince yorulmuştum. Şöyle saçma bir de tespit yapmıştım kendimce. Molalarda aşağıya inen yolcuların çoğu sigara içiyorlardı ve bence sorsan hiçbiri o kadar saat sigarasız kalamazdı. İşte, mecburiyet seni en bağımlısı olduğun şeyden bile koparıveriyordu böylece.
Peronlardan birinde ben, bekleyen Selin’i görebiliyordum. Onun beni görmesi ise zaman almıştı. Gördüğündeyse, keşke görmeseydi dedirtmişti. Öyle hızlı el sallıyordu ki, onu gören tüm yolcular bir şekilde beni bulmuş ve bana bakmaya başlamıştı.
Otobüs durduğu gibi sırt çantamı sırtıma atıp acele ile otobüsten indim. Yanıma hızlıca gelen sevgili dostum Selin ise bana öyle bir sarılmıştı ki sanki on beş gün önce bir arada değilmişiz gibi.
“Seni özledim”
Ses tonundan bir şeylerin ters gittiğini anlamak zor değildi. Babası ile ilgili bir şeyler olmuş olmalıydı yine ancak bunları ona daha sonrada sorabilirdim. Onun yerine şimdilik ona sarılarak benimde onu özlediğimi söylemekle yetindim.
Valizimi ben henüz elime geçiremeden o eline almış, beni ve valizi arkasından sürüklüyordu.
“Biraz sakin olmayı denemeye ne dersin?”
Dediğime aldırmadan üzerimi süzdü.
“Yola çıkıyorsun diye bir an çok paspal giyinirsin diye korkmuştum ama sonra valizinin yanında olduğu aklıma geldi. Yine de iyi giyinmişsin. Üstünü değiştirmeden kahve içmeye gidebiliriz. Sana anlatacaklarım var.”
Tam olarak bu beklediğim bir olaydı işte. Son zamanlarda tatile annesi ile yalnız gelen Selin, babası ile annesinin problemlerinin olduğunu söylemiş, babasının alkole daha düşkünleştiğini anlatmıştı. Durum giderek kötüleşiyor olmalıydı.
Taksi çevirip, tuttuğum evin yakınlarda bulunan bir kahveciye oturmuştuk. Hava çok güzeldi ve açık alanda durmak hoştu. Akşamüzeri esen ılık rüzgâr ile sohbet etmek ne kadar hoş olursa olsun konuştuğumuz konu pek iç açıcı değildi.
“Babam her seferinde aynısını yapıyor. Bir daha sarhoş olacak kadar içmeyeceğine söz veriyor ancak bunu en fazla iki hafta yerine getirebiliyor sonra yine aynı konu. Annem desen her seferinde onu akıllandırmak için evi terk ediyor.”
“Anneannenlere gidiyor öyle değil mi?”
“Evet, işin kötü tarafı da bu ya zaten. Anneannem sevgili kızını olması gerekenden daha fazla doldurarak babamın üzerine salıyor.”
“Sus, otur kızım diyecek hali yok öyle değil mi Selin?”
“Kimse öyle desin demiyor ancak ‘kocan seni kesin aldatıyordur’ da denmez değil mi Alin?”
Duyduklarım karşısında biraz şoka uğrasam da sadece kaşlarımı kaldırmak ile yetinmiştim. Anneannesinden böyle bir şey beklemezdim. Yaren Teyze’den ise bu tür şeylere inanmasını hiç beklemezdim. Ancak belli ki insan bir kez şüphe duyunca bunu kendi içine kanıtlamak için, olayı bilmeyen biriden geliyor dahi olsa, herhangi bir destekleyici söz duymak yeterliydi.
Derin bir nefes alıp, oturduğu sandalyenin arka kısmına yasladı sırtını.
“Biraz da senden bahsedelim. Ne durumdasın?”
“İyiyim, neden soruyorsun ki?”
“Gelirken buraya doktorunla konuştun değil mi? Seni buradaki bir arkadaşına sevk edecekti. İhmal etmiyordun değil mi Alin?”
Birden bire neyden bahsettiğini anlamıştım. Bu konu tadımı kaçırsa dahi belli etmemeye dikkat ettim. O beni düşündüğü için sormuştu bunu ve bu konuda onu suçlayamazdım.
“İhmal etmiyorum elbette. Bunu nasıl ihmal edebilirim. İlaç saatlerim bile isimleri ile birlikte alarm olarak kurulu telefonumda. Yalnızca senden bir ricam olacak. Bunu kimsenin bilmesini istemiyorum. Hiç kimse bunu öğrenmesin…”
“Bu bir kusur değil Alin.”
“Bu bir acınma sebebi Selin, bu bir adım daha yaklaşmak ölüme demek. O yüzden bunun bana ne olduğunu öğretmeyi deneme lütfen. Bu durumun duyanın üzerinde etkiler bıraktığını çok iyi biliyorum ben.”
Tartışmaya doğru giderken konu, Selin beni anlamış ve susmuştu. Benim de anlık sinirim o an geçmişti zaten. Sessizliği Selin’in hesabı istemesi bozmuştu. Sonunda kalkmış eve doğru yürümeye başlamışken birden elime valizin çekme kısmını tutuşturuverdi. Anlam veremeyen gözlerle baktım ona. Omuz silkmekle yetinmişti.
“Ne sanıyorsun? Acıyacak mıyım sana bir de! Yorgun falan olabilirsin ama hayatın acı gerçekleri. Taşı bakalım valizini.”
Gülmüştüm ancak hiçbir şey söylemeden gülümseyerek yolumuza devam ettik. Koluma girmiş ve başını omzuma koymuştu.
“Sence de yeterince ağırlık taşımıyor muyum şuan? Omzuma niye başını koyuyorsun ki şimdi?”
“Ben yüküm yani sana öyle mi?”
“Hakkımı yeme şimdi, onca sene taşıdım seni. Bak hâlâ da taşıyorum.”
“Biraz daha taşı eve geldik zaten.”
Parmağıyla gösterdiği yere baktım. Gerçekten de gelmiştik, fazla yürümemize gerek kalmamıştı. Buraya geldiğimde ev sahibinden aldığım anahtarı çantamın içinden bulmak zaman alsa da bulmuştum ve apartmanın kapısını açmayı başarmıştım.
İkimizde ağır olan valizi sırtladık ve asansöre kadar birlikte taşıdık. Altı katlı bir binanın en üst katındaki daireyi tutmuştum. Mimarisi tamamen bekârlara ya da öğrencilere uygun olduğu için çok fazla tercih edilmiyordu, bu da kiranın düşük olmasına sebebiyet vermişti. Resmen ev konusunda şansım yaver gitmişti.
En üst kata gelip, son kapıyı da anahtarımla açtım. İçerisi temizlenmişti. Günler önceden gelip evi tutmuş ardından eşyaları getirtmiş ve temizleyip yerleştirmiştik.
“Yarın bir toz alma işlemi şart bu ev için.”
Selin, ışığı açarken burnuna gelen toz kokusunu ben de alabiliyordum. Ne de olsa uzun zaman olmuştu.
“Haklısın.”
Saatin geç olduğunu fark edince, Selin’i ilk gecenin hatırına bizde kalması için ikna ettim. Çokta uğraşmama gerek kalmamıştı. Zaten sanki bunu bekliyor gibiydi. Valizi odama bırakıp oturma odasına geçtik. Kapıdan girdiğinizde, kısa bir duvar ve ardından hemen mutfağın girişi sizi karşılıyordu. Mutfak ve oturma odası bir aradaydı ancak düşündüğünüz gibi Amerikan bir mutfak söz konusu pek değildi. Oturma odasından iki basamak yukarıya yapılmış, tezgâhları içi boş bir kare şekli olacak şekilde tasarlanmıştı. Direkt karşısında ise oturma gruplarımız vardı, hardal rengi koltuklar ve siyah beyaz çizgili kırlentler biraz daha güzel gösteriyordu içerisini. Oturma odasının sağ duvarında iki kapı vardı. Biri balkona, biri benim odama açılıyordu. Balkonun kapısı boydan boya camdı ve balkonumuzda oldukça genişti. Bu nedenle oraya da mobilya koymayı tercih etmiştik. Selin’in ev hediyelerinden biri olan led ışıklarını da balkon demirlerine dolamıştık.
Oda kapımdan dümdüz ilerlendiğinde ise banyo ve tuvalet vardı. Oda kapımın karşı duvarında ise başka bir oda vardı ancak orası boştu. Yeni bir ev arkadaşı bulana kadar da boş kalacak gibiydi.
Bizim tercihimiz şuan için balkondan yanaydı. Üzerimize pijamalarımızı giyip balkona attık kendimizi. Sessizce yıldızları seyrederken hiç aklımdan geçmeyen bir soru sordu Selin ve sessizliği delip geçti.
“Belli mi olur? Belki sen de aşık olursun?”
“O ne demek şimdi?”
Birden afalladı. Sanki ne söylediğinin farkında değildi.
“Dışımdan mı söyledim ben onu?”
“İçinden benden gizlice benim hakkımda mı düşünüyorsun Selin?”
“Evet, tabii olabilir böyle şeyler.”
“Ve âşık olmam konusunda mı düşündün?”
Oturduğu yerden birden doğruldu ve yüzüme baktı sertçe.
“Ne olmuş yani? Olamaz mı? Bir kez aşk sana kötü geldi diye hep kötü gelecek değil ya. Kızdırma beni, sonsuza kadar bekar kalmayacaksın herhalde.”
Yavaşça arkasına yaslanırken uzaklara baktı. Sözüne devam etti.
“Hem… Yeni şehir, yeni insanlar demektir. Yeni bir aşk demek neden olmasın ki?”