1. BÖLÜM
Milyonda bir yaşanacak bir hikayeniz varsa, milyonda bir bulunan bir dostunuz ve milyonda bir bulunan bir sabrınızın olması gerekir...
Batan güneş her zamanki utangaç pembeliği ile hiçbir şey umrunda olmayan insanlığa veda ederken, dünya biraz daha sessizleşmeye başlamıştı. Sıradan bir insan gibi ben de verilen nimetlerden habersiz ve umursamaz bir şekilde evimin yolunu tutmuştum. Saat başı gelen otobüsüme yetişmek umrumda bile değildi bugün.
Okul ile durak arasında fazla bir yol olmamasına karşın bu akşam garip bir şekilde canım yürümekte istiyordu. Böylece sırf yürümek adına geldiğim birinci durağı göz ucuyla seyredip diğer durağa doğru adım atmaya başladım.
Kulaklığı çoktan takmış, ballad müziklerinden birinin acınası melodisine kaptırmıştım kendimi. Müziğe eşlik eden yüreğim, melodinin acıklı tınlaması ile ezilirken esen rüzgarda sar saçlarımı hafif hafif dalgalandırıyordu. Böylece ikinci durağa gelmiş oldum.
Durağın içi epeyce kalabalık olduğu için biraz daha dışarıda bekleme kararı aldım. Duraktan çok az uzak, boş alanda beklerken, çantamın içinden küçük el aynamı çıkarıp kül sarısı saçlarımı elim ile taradım ve büyük mavi gözlerimi bir iki defa açıp kapatarak rimelimin durumunu kontrol ettim. Hava çok soğuktu ve yüzüm fazladan kurumaya başlamıştı. Yüzüme vakit kaybetmeden nemlendirici de sürmem gerekiyordu.
Dakikalar geçtikçe karanlık örtüyordu gökyüzünü. Otobüsüm ise gelmek bilmiyordu. Soğuktan üşüyen ellerimi ısınmak için birbirine sürttüğümde etrafı incelemeye başladım. Evine yetişmeye çalışan anneler, soğuktan üşüyen çocuklar ve aç bir şekilde etrafta gezinen sokak hayvanları ile doluydu.
Başımı sağ tarafa bakmak için çevirdiğimde, etrafında bir kaç banktan başka bir şey olmayan parkın dışında bir şey göremedim. Fazlaca inceleyen bir karakterim olmamasına karşın, ilk kez o zaman değdi gözlerime.
Gördüğüm ilk andan beri gözlerimi kırpmadan baktığım bu kişi, benim için bir ilk olmuştu.
Çok garipti!
Yabancı bir insana ilk defa bu kadar fazla bakabilmiştim. Dakikalar geçmesine rağmen hâlâ bakıyordum. Hem de öyle böyle değil, sanki ölecekmişcesine kırpmadan gözlerimi.
Kulağımda çınlayan müziği duymayalı dakikalar geçmişti. Bu dünyadan çoktan ayrılmıştım sanki ama o hiçbir şey umrunda değilmişçesine öylece durmaktaydı. Sakin ve umursamaz. Gözlerini bir noktaya dikmiş, sadece bakıyordu. Mağlup, mahzun aynı zamanda iflas kokan bir çift göz...
Öyle kısmıştı ki gözlerini, sanki ezildiği dünyayı olanca gücüyle ezercesine.
Aslında çok yaşlı gözükmüyordu , tahmini yirmi sekiz, otuz yaşındaydı. Yine de öyle derin alın çizgileri vardı ki, sanki tüm ömrü boyunca dünyayı sırtında taşımıştı.
Hava soğuktu! Çok soğuktu.
Buna karşın onun üzerinde ince, solgun, asker yeşili bir yağmurluktan başkası yoktu. Yer yer yırtılan pantolonunu tamamlayan ezilmiş botları ile bir bütün oluşturmuş kıyafetleri, fazlaca garip gelmişti. Avare uzattığı bacakları yana açılmış ve onlardan bağımsız kolları, yanlarına uzatılmıştı.
Hepsinden bağımsız gözleri, o gözlerin neye ve nereye baktığını görmeyi çok isterdim. Beni fazlaca meraklandıran bu garip adam, değil beni, burnunun ucundaki insanı bile farkedemiyordu. Nerden gelmişti? Ne zamandan beri buradaydı?
Nefes bile aldığından şüphe ettiğim adam, dakikalardır bakmama rağmen bir kez bile olsun gözlerini kırpmamıştı, böylesine önemli böylesine derin olan baktığı şey neydi? Saçına karışan birbirine girmiş uzun sakalı, simsiyah olmasına karşın öylesine bitkindi ki, dedelerin sakal kılları daha canlı dururdu belki. Hâlâ bakıyordum. Artık bu bakmaktan çıkmış, izlemeye dönmüştü.
İnceliyordum, çiziklerle dolu olan ellerini, pantolonunun yırtık aralarından gözüken morarmış dizlerini, şişmiş gözlerini, renksiz ve ince ince örselenmiş dudaklarını.
Tepeden tırnağa süzdüğüm bu adam, içimde garip hisler uyandırıyordu. Merak, acıma belki üzüntü...
Öldüğümden şüphelenmeye başlamıştım. Soğuktan yaşaran gözlerimi kapadığım o kısacık anda bile, düşlediğim tek şey yine o oldu.
O ve onun, o zavallı hali!
*****
...Zavallı adamla karşılaşmadan birkaç saat önce...
Telefonuma gelen mesajın o nadide sesi ile irkildiğimde hemen telefonu elime aldım. Vücudum okuduğu mesajdan aldığı zevkten ötürü dört köşe olurken, yüzümde büyük bir pamuk şekere sahip küçük bir çocuğunkini andıran tatlı bir gülümseme oluşmuştu.
Değerli Hazal Samyeli, paketinizin teslimatı yapılmıştır.
Mesajı okur okumaz hızla oturduğum yerden fırladım. Paket demek para demekti. Para geldiğini hemen anlıyordum çünkü ona özel bir ses tonum vardı. Uzakta oldukları için maddi anlamda benimle fazla ilgilenemeyen ailemin, benim için sık sık düzenli bir şekilde para gönderiyorlardı.
Alelacele ders çalıştığım masamdan kalkıp yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfakta bulunan en yakın arkadaşım Yeşim'in yanına koştum.
Yeşim ile üniversitenin ilk günü tanışmıştık. İkimizde okula rahat gidip gelebilmek için küçük bir ev kiralayan sıradan öğrencilerdik. Kader bize aynı evi sunmuş ve sıkı bağları olan bir dostluk hediye etmişti.
Aslında oldum olası insanlarla ilişkim fazlaca kıttı, ta ki Yeşimle karşılaşana kadar. Belki de tek çocuk olduğum içindi bu asosyalliğim bilemiyorum. Yine de Yeşim, diğer tüm insanlarla mukayese edilmeyecek kadar gönlümde yerini ayırmış biriydi. Eğer bir kardeşim olsaydı da onun değeri yine aynı olurdu muhtemelen.
Yeşim'in çok sıcak bir karakteri vardı ve sürekli gülümsüyordu. O gülümseyince ilk başlarda ben de ister istemez gülümsemek zorunda kalıyordum. Zamanla onun içten gülümsemesine karşılık bende de içten gelen gülücükler oluşmuştu. Her gülümseyen insana böyle karşılık vermezdim ancak onun anlamlı bakışları da beni derinden etkiliyordu. Fazlaca iyi niyetli bir insandı gerçekten.
Böylece ebedi bir dostluk başladı, sırtı kardeşliğe dayanan. Onunla geçirdiğim üç yıl, kardeşten öte olmamıza yetmiş, yetip de artmıştı bile.
***
Tüm bu güzel anılarım gözlerimin önüne gelmişti. Dakikalardır izlediğim zavallı adamın üzerimde bıraktığı etki, geçen son birkaç yılımı anımsamama neden olması fazlaca garipti. Bu adamla daha önce hiç karşılaşmamama rağmen neden anılarımı depreştiriyordu ki? Şimdi neden geçmiş yaşamım film şeridi gibi gözümün önünden geçip gidiyordu? Değişen ne olmuştu? Geri dönüp evime gidebilirdim. Büyük bir ihtimal Yeşim yemeği hazırlamış beni bekliyor olurdu.
Düşüncelerim derinleştikçe zamanın akıp gitmesi hızlanıyordu. Çünkü içimde boğuştuğum derin fırtına, dışarıda esen rüzgarı alt ediyordu.
İnsanlığın asıl amacı neydi ki bu dünyada? Farklı bir adaletsizlik vardı ama anlamakta zorlanıyordum. İzlenim ile geçen dakikalarımın ardından, hafif bir inilti gibi devam eden müziğin geldiği kulaklıkları çekip çıkardım. Nedense birden elimdeki binler verdiğim telefonun değeri gözümde azalmıştı. İçimdeki bunaltıcı ve daraltıcı duygu da neyin nesiydi?
Dakikalar geçmesine rağmen, bir kez bile kırpmadığı gözleri keçeden olmalıydı bu adamın. Bir kaç saniye sürmemişti gözlerimi açıp esen soğuk rüzgar ile yaşlanıp kapatmamın üzerinden. Ellerim bile şimdiden kızarmıştı. Böyle yayılarak oturduğuna göre uzun süredir buradaydı.
Nefes alıyordur herhalde yaşadığına göre diye düşündün. Yine de etrafıma bakıp hayatta olup olmadığımı kontrol etmeden edemedim. Bu adam ölüm meleği olamazdı değil mi?
Yarıya kadar açık göz kapaklarının altında sıra ile dizilmiş mor halkalar, alnında iz yapmış derin çizgiler, kuru renksiz ve bi o kadar da kenarları soğuktan moraran dudaklar...
Uzun bacaklarından boyu ile alakalı görüşümün 180 civarı olması ile birlikte ince el bilekleri ile fazlaca zayıf olmasıydı . Tüm bunlar beynimin içinde milyonlarca kez basılan bir kitabı andırırcasına ezberleniyordu.
Tam tüm dikkatimi yoğunlaştırmıştım ki izlenildiğimi farkettim. Gözlerinin hareketi bile kalbimin atışını etkileyen bir izleyişti bu. Onu da farketmem çok uzun sürmedi.
Dar, siyah kot pantolonu, gri siyah karelerle dolu gömleği ve içine giydiği siyah tişörtü ile kombinlediği dış görünüşü havaya kaldırılarak şekil verilmiş koyu siyah saçlarına eşlik eden koyu renk gözleri ve ince ancak muhteşem bir şekli olan dudakları ile bir genç karşımda tahmini birbuçuk metre uzakta duvara yaslanmış halde durmaktaydı. Beni aşağılarcasına süzen bakışlarından rahatsız olmuştum doğrusu.
Bugün de ne garip insanlarla karşılaşıyordum. Bir kaç saniye sonra bana baktığında yine ağır bir bakış ile beni rencide etti. Üstelik bir de burun kıvırdı. Kişiliğim böyle aşağılanmama izin vermiyordu, sabrımı taşıran son damla ile üzerine doğru yürümeye başladım.
O kadar sinirlenmiştim ki, yumruğumu sıkarak titremeye başladım. Dişlerimi gıcırdatarak "Son duanı et yumurcak!" diye fısıldadım.
Son sürat yürüyüşüm ile önüne gelmiştim. Sövmeye başlayacaktım ki, ayaklarımdan başlayarak saçlarıma kadar beni süzdü ve yine böcek gibi ezen bakışlarını esirgemedi.
Dişlerimi sıkarak "Hey!" diye bağırdım.
Aynı şekilde "Hey!" diye karşılık verdi.
Yumruğumu sıkarak "Seni!" diye titredim.
Yine aynı şekilde "Seni!" diye karşılık verdi. Fazla olmuştu .
"Söylediklerimi söyleme aptal şey!" diye haykırdım .
"Söylediklerimi söyleme aptal şey!" diye karşılık aldım .
Cidden fazla oluyordu. Şaşkınlık ve sinirle dört açtığım gözlerim ile onu şimdi şuracık da boğabilirdim. Kendimi sakinleştirerek "Sen kimsin? Bak, zaten kötü bir ruh hali içindeyim, ne istiyorsan söyle git.
Ondan yeni bir açıklama beklerken acınası bir şekilde olan bakışlarını fark ettim. Hiçbir şey söylemiyor, şaşkınlıktan ziyade daha çok acınası bir hal ile bana bakıyordu. Bir kaç defa cıkcıklayıp başını olumsuz anlamda bir sağa bir sola sallayarak iyice acayipleşmişti.
"Ne yapıyorsun? Kimsin sen?"
"Ben senim Hazal! Ben senim! Hazal Samyeli'yim." dedi.
İlk başta şaka yaptığını zannettiğim çocuk şimdi ciddi ciddi bakıyordu.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Ben senim, yani Hazal Samyeli'yim, seni tanıyorum ama bu kadar olduğunu düşünmüyordum. Merak ediyorum da bu zayıf karakterinle işin içinden çıkabilecek misin acaba?"
Şaşırmıştım ancak daha çok korkmuştum. Ürkekçe titreyerek "Bana bak benimle oyun mu oynuyorsun?" diye sordum. Soruyordum ama ismimi bilmesi beni korkutmuştu.
Bakışlarına biraz daha şefkat ekleyip ellerini açıp iki kere havada hayali bir vurgu yapan genç "Ah tamam! Bir açıklama yapmalıyım. Hazal Samyeli, şu anda sen milyonda bir bulunan bir dejavu yaşıyorsun. Aslında her insan dejavu yaşar ancak senin durumun biraz farklı. Ve gördüğün bu adama yardım etmelisin!" dedi.
Korkudan hıçkırık tutmuştu ancak genç hala devam ediyordu
"Zayıf karakterinden ötürü sana yardım için ben geldim. Ama merak etme korkacak bir şey yok çünkü yüzde yüz senim."
Korkacak bir şey yok mu?
Gözlerimi sürekli açıp kapatıyor derin derin nefes alıyordum. Hâlâ ciddi ciddi bakmaya devam edince iyice ürktüm. Korkuyu bir kenara bırakarak iki dakika mantıklı düşünüp bir soru sordum
"İ,iyi de neden erkeksin?"
Ciddiyetini bozdu ve mizahi bir sesle "Şey, erkek olmak daha klas gözüktü gözüme o yüzden" deyiverdi.
Bu çocuk beni yarım akıllı falan sanıyordu herhalde..
"Aaha! Anladım." dedim sinirle genç çocuğun etrafında dolaşarak "Şimdi durumu toparlamak gerekirse ben diğer insanlarda olmayan bir dejavu türü yaşıyorum, ve bu ne olduğu bilinmez adama yardım etmeliyim, bunun içinde kendime bir zevzek hayal ettim. Doğru mu?" diye sordum.
Anladığımı düşünüp gülümseyerek dinleyen genç çocuk, zevzek lafını duyunca suratını ekşitti ve "Evet anlamışsın ama bir yer pek hoşuma gitmedi şu zevzek bölümünü değiştirirsek olur." dedi.
Karşımda benimle dalga geçen çocuğa bir ders vermem gerekiyordu. Büyük bir çeviklikle elimde tuttuğum çantayı hızla kaldırıp kafasına vurdum ve arkasından kendimi yerde buldum.
Çanta içinden geçip gitmişti!
Öylesine içinden geçip gitmişti!
İçinden geçip gitmiş miydi?
Böylesi fazlaca saçma oluyordu ama tekrar başını sağa sola olumsuz anlamda sallayarak cıkcıklayan çocuk bir yandan da işaret parmağını sallıyordu.
"Sana hayal ürününüm demiştim. Beni senden başka kimse göremez, üstelik bana zarar veremezsin çünkü ben hayalim" dedi.
Kocaman açtığım gözlerim korkumun işareti olsa da sinirle "Ya! Defol lüzumsuz!" diye bağırdım. Korktuğum için kendimi bağırmakla teselli ediyordum.
Kısık bir şekilde gülümseyen çocuk, üzerindeki gömlek ve tişörtü göstererek "Defolacağım ama önce şunu da söylemeliyim, şimdi yeni trend ürünler var biliyorsun şu üzerimde yıllanmış kıyafetleri değiştirirsen çok sevinirim." dedi ve gerçekten de yok oldu.
Duman, hayır hayır is olup adeta kayboldu.
Saçmalıklarla dolu yaşadığım şu bir kaç dakika içimde farklı hisler doğursa da netice itibari ile saçmaydı. Ve imkansızdı.
Herhalde bu gün pek iyi değildim. Bu yüzden kendimi zorlayarak buradan kaçmayı seçtim. Hafiften yağmur da atıştırmaya başlamıştı. Burada beklememin bir anlamı yoktu. Otobüsün geldiğini görünce içime sımsıkı yapışmış bulunan duygudan kendimi arındırarak, arkama bakmadan koşarak otobüse yöneldim. Çünkü derinlerden bir ses eğer bir kez daha dönüp arkama bakarsam geri dönemeyeceğimi söylüyordu.
Son sürat bindiğim otobüsün içinde göz gezdirdiğimde hiçbir boş yer olmadığını gördüm. Kartımı manyetik alana yaslarken bir yandan da kaçamak bakışlarla zavallı adama son kez baktım. Aynı şekilde duruyordu. Hiç hareket etmemişti. Delirecektim!
"Niye kalkmıyor bu otobüs!" diye tısladım.
Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Hunharca izlediğim adam, nihayet bir hayat belirtisi göstermiş hafifçe doğrulmuştu. Önüme geçip, görüş alanımı kapatan kadını haşin bir hareketle kenara çektim. Yaptığım fazlaca yanlıştı biliyorum ancak kendime engel olamıyordum. Yine de kadının istemsiz olarak çekilememesi aradan uzun saniyeler geçmesine neden olmuştu. Tekrar boş bir alan bulup bakmak için yöneldiğimde ise adamı yerinde göremedim.
"Ah! Kahretsin!" diye fısıldadım.
Benim deli hareketlerime kapılmış olacak ki şoför müdahale etmeden edemedi.
"Kızım inecek misin?
Şoförün sorusu karşısında öylece kalakalmıştım ve bir cevap verdim .
"Hayır! Aslında evet!"
Kafası karışan şoför yeniden soru sordu.
"Evet mi, hayır mı?"
Nihayet ömrümün sonuna geldiğimi düşünüyordum. Böyle saçmalamayı birden nasıl öğrenmiş olabilirdim ki? İnsanların garip bakışları arasında, kendimi ip ile boğulmuş bir av gibi hissediyordum.
"Hayır abi inmeyeceğim, devam edelim lütfen" diye kesin kararımı bildirdim.
Artık tamamiyle zavallı adama bakmaktan vazgeçmiştim. Zaten görüş açımdan da çıkmıştı. Hem takip etsem ne olacaktı? Ne diyecektim adama ''Merhaba gözüme bir garip geldiniz, nasıl bu hale geldiniz acaba?'' diye mi soracaktım?
Otobüste ayakta durmaya çalışırken hemen önümde oturan gence gözüm kaydı. Biraz dikkatli bakınca şaşkına döndüm. Yine aynı çocuktu! Nasıl gelmişti? Tek başıma binmiştim oysaki, yine cıkcıklıyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Kendi kendine ne mırıldanıyordu bu? Anlamak için biraz eğildim. Ben eğilirken o da bana doğru eğildi.
"Beni duymak için yaklaşmana gerek yok! Kafanın içinde yankılanmam gerek. Galiba karakterin kadar beyin civatalarında pek kalitesiz. Yanlış kişi misin acaba? " diye fısıldadı .
Titreyen üst dudağıma ek olarak sıktığım yumruk ile genç çocuğa yaklaştım.
"Var ya seni şuracıkta gebertirim!"
Korku dolu gözlerle bana bakan çocuk yine kıvrak bir hareketle yok oldu.
Kendi kendime konuştuğumu sanıyordum, insanların garip bakışlarına maruz kalacağımı düşünmüştüm ancak herkes kendi işindeydi. Şu hayal çocuk doğru mu söylüyordu yani! Onu benden başkası göremiyor ve duyamıyor muydu?
İkinci durağa geldiğimiz de yolcuları indirmek için otobüsün durduğu esnada, camdan yine o zavallı adamı gördüm.
Gözlerim görüyor ama vücudum tepki vermiyordu.
Bu medcezir bu akşam beni öldürebilirdi. Son bir güçle başımı öne çevirdiğimde aynada bana bakan şoför ile gözgöze geldim. İnip inmeyeceğim sorguluyordu her halde. Baktığımı gören şoför hızla gözlerini yere devirirken bir sonraki durak için çoktan gaza basmıştı. İçimdeki garip refleksle kapıya doğru yöneldim. Kaç defa bastım bilmiyorum. Buton benim yüzümden bozulmamıştır umarım.
"İnmek istiyorum lütfen!" diye haykırdım .
Bir yandan otobüsü sürmeye devam eden şoför bir yandan benimle konuşuyordu.
"Durak yok burada! İndiremem."
İçimde bir şey sımsıcak akıp gidiyor beni acele ettiriyordu. Bu acı bir an önce inmem için çabalamama sebeb oluyordu.
"Yalvarırım inmem lazım, lütfen!" diye bağırdım şoföre.
Umursamaz bir şekilde otobüsü sürmeye devam eden şoför
"Kusura bakma duramam"
Aslında şoför haklıydı ancak içimdeki inanılmaz boğucu his beni deli edercesine indirmeye çabalıyordu. İstemsizce tüm vücudumu kapsayan bu duygu ile son derece ürkütücü bir çığlık attım
"Çabuk indir beni!"
Bir yandan bana tepki gösteren insanlar, bir yandan da şoföre durması için telkinde bulunuyorlardı. Nihayet otobüs durmuştu. Burnundan soluyan şoförün gözleri beni lazer gibi delip geçerken, eli de kapı düğmesindeydi. Bir an önce inmemi beklercesine ayağını sallıyordu. Fırtına gücüyle inmezsem sinirle kapıyı kapatıp beni sıkıştırabilirdi. Koşarak otobüsten çıkıp karınca kadar yavaş yürüyen adamı takibe başladım. Bir yandan yürümeye devam eden ayaklarım, bir yandan da kendime olan hakaretlerim ile garip bir bütün oluşturuyorduk.
"Oldu mu Hazal Samyeli? Yaptığın saçmalığı devam ettir bakalım, mutlu musun? Takip et bakalım sonu ne olacak? Seni, seni aptal kız"
Ben hem böyle kendime sövüp hem yürürken adam birden durdu. Yavaş ve bir o kadar da ürkütücü bir hal ile arkasına döndü. Nedense kalbim yerinden çıkacakmışçasına atmaya başlamıştı. Bu duygu da neydi? En işlek caddede sadece o ve ben varmışçasına hissettiren garip duygu da neydi? Ondan korkuyor muydum?
Gözlerim adamın sıkmak da olduğu yumruğuna yöneldiğinde ayaklarım geri geri yönelmeye başlamıştı bile. Fark etmek istemiyordum ama benden tarafa gelen adam garip bakıyordu. Üst dudağı titrekçe hareket ederken gözleri her zamankinden fazla kısılmıştı. Garipçe titreyen vücudumu durduramazken, refleksif olarak arkamı döndüm. Görmemek daha iyi olur diye düşünmek yaptığım en büyük hataydı. Şimdi iyice tırsmaya başlamıştım. Ayaklarım sözümü dinlemiyordu ne öne ne arkaya hiçbir yere yöneltemiyordum. Titreyen ellerimle tutmaya çalıştığım telefonumu yere düşürdüğüm an her şey bitti. Atan kalbimi hissetmemeye başladığım o an, belki de bir insanın ömründe yaşayacağı bir yada iki meydana gelen nadir anlardan biridir.
İnsanların çektiği acılar ve döktüğü gözyaşları benim için çokça umursanmayacak şeylerdi bu zamana kadar. Her istediği önüne gelen bir insanın bu tür şeyleri umursaması mümkün müydü ki?
İşte ben böyle biriydim ama şimdi yüz seksen derece dönmüştüm. Bu zamana kadar hiç devreye girmeyen kalbim şimdi geride kalmanın acısıyla tam gaz çalışıyor gibiydi.
Hava kararmıştı, etraf sokak lambalarının loş ışığı ile aydınlanıyordu. Ama bu kadarı yeterliydi, onu görebiliyordum. Milim milim ilerleyen ayakları, hayattan bıkmış ölmek istercesine yalvarıyordu sahibine. Yağan yağmur ile ıslanan saçlarının asıl şekli ortaya çıkmıştı.
Uzun süredir taranmayan saçlar birbirine kenetlenmiş, yakasına kadar uzanmıştı. Bir sağa bir sola yönelen omuzlarının üstündeki yük dünyayı bile aşmış görünüyordu.
İsyan etmiyordu! Yalvarıyordu. Bir an önce canının alınmasını istercesine iflas ediyordu. Her şeyden, herkesten habersiz, sevgi vermeyen, sevgi görmeyen istenmeyen bir insan gibiydi!
Ona karşı olan bu düşüncem nereden de gelmişti böyle?
Sokak lambalarının loş ışıkları bile bıkkın gözlerini sanki daha da yoruyordu. İçinde boğulduğu karanlıktan bir aydınlık görmüyordu, görmek de istemiyordu, ya da gösterilmiyordu.
Daha çok bu karanlığa mahkum edilmiş gibi gözüküyordu. Mahkum, mecbur ve köle. Karanlığın kölesi, gölgenin istenmeyeni, aydınlığın unuttuğu adam!
İlerlerken bir sokak lambasının altında durdu, ben de hemen durdum beni fark etmesini ummuyordum fakat biraz önceki gibi olmaması için kendimi emniyete aldım.
Dakikalar önce üzerimde korku etkisi yapan hareketi kendi kafamda ürettiğim bir senaryo gibiydi.
Üzerime yumruğunu sıkmış halde gelirken, fazlaca korkmuştum ama o beni fark etmemişti bile. Hemen yanımda olan direkten bir afişi söküp çıkardı ve büyük bir hınçla yere atmıştı.
İlk kez hızlı hareket etmişti onu ilk kez böyle hınçlı görmüştüm. İşi bittikten sonra uzaklaşmasını beklerken gözüm kağıtta kalmıştı. Doğrusu fazlaca merak etmiştim ne olduğunu. Adam arkasını dönüp uzaklaşırken hızla buruşmuş kağıdı alıp özenle açtım. Bu bir gazeteydi, üzerindeki haberde tam olarak şöyle yazıyordu.
Dolandırıcı nişanlı yeterli delil bulunamadığı serbest bırakıldı.
Ne alaka bu adamla, bu adamın nişanlısı mı yoksa? İyi de hiçbir şey bilmeden nasıl yardım edeceğim ki ben bu adama? Bir yardım ümidi ile başımı gökyüzüne çevirdim ve kısık sesle bağırmaya başladım.
"Dejavu kardeş bir gelsen ufak bir karışıklık oldu da. Hey! Dejavu kardeş! Aptal şey gelsene!"
Cevap alamayınca başımı hüzünle yere eğdiğim sırada "Aptal sensin" diye bir çınlama işittim.
Arkamda yükselen sesle irkildiğimde dejavu denilen çocuğun geldiğini gördüm.
"Ne yapıyorsun? Yüreğime mi indireceksin?" diye sorduğumda muzipçe güldü.
Ellerini önüne bağlayarak, beni süzercesine
"Allahım, sen olduğuma inanamıyorum! Hadi ben erkek görünümlüyüm ama sen bir kızsın ne biçim bir üslup böyle?" diye tersledi.
Umursamazca omuzlarımı silkelerken "Gönlün bana kayarsa haberim olsun." dedim.
Şaşkınlıkla gözlerini dört açarken
"Ne? Ne dedin sen! Bana bak hele Hazal hanım, anlamadın galiba ben insan değilim bir hayal ürünüyüm bana kur yapmaya kalkışma!" diye bağırdı.
İyice abartmıştı sinirlenmiştim
"Ne? Bana bak dejavu kardeş tipim değilsin, anlıyor musun?"
Tip demişken dikkatimi çeken dış görünüşü bir önceki haline göre bayağı iyiydi. Yeni trend çizmeler üzerine giyilmiş krem kareli pantolon, şeker pembesi tşört, ara sıra refleksif olarak kırptığı gözüyle, gerçekten tatlı görünüyordu.
Neyse ki iç sesimi kimse duymuyor, diye rahatça düşünürken "Bana bak aptal kız, seni duyabiliyorum" diye çığlık attı.
Daldığım rüyadan uyanırken, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Gözlerimi dört açarak baktığım çocuk yine cık cıklıyordu.
"Demek bana yalan söylersin he!" diye gözlerini kocaman açtı.
"Ya, yalan falan söylemedim!" diye geçiştirerek gözlerimi çevirdim.
Ellerimi önüme bağlamış onu duymamazlıktan gelirken kulağımda çınlayan sesini işittim.
"Yalan mı söyledim ben şimdi? Bu çocuk gerçekten tatlı görünüyor!"
Hızla kulaklarımı tıkarken bir yandan da bağırdım.
"Tamam gidebilirsin hiç çağırmadım say, git!"
Birden ciddiye dönüşen surat ifadesi ile bana yaklaşırken, kalbimin bir hayalden etkilenmesine izin vermem fazlaca düşündürücüydü.