~~ALPTEKİN~~
Her şey, ama her şey arap saçına döndü. Abiyle sürekli telefon halinde irtibattaydık. Yarın buraya geleli dört gün olacak ve her şey aslında planlandığı gibi gidiyordu ama şu mandraya yapılan son baskını, bunu beklemiyorduk. Temizdi, tertemizdi oysa mandıra.. yine içeriye adam sokmayı başarmış adi pislik.
Şoka uğradık.
Karşımızda kim var biliyoruz aslında ama işte tam yakalamanın eşiğine geldiğimizde kaçmayı başarıyor şerefsiz.
Mandıraya baskın olduğunu öğrenmiş ve beni aradı abi. "Seni aramamı bekle... işi yukardan halletmeye çabalıyorum, yoksa seni alırlar oğlum.. ve kurtarmaya gücüm yetmez.. ben seni aradığımda en yakın karakola git ve ifade vermek istediğini söyle," dediğinde aklımda sadece Birce vardı.
"Abi kız evde yalnız, gelir mi dersin eve, gider mi kıza bir şey yapmasın?" diye sorduğumda, "sen merak etme... ev gözetleniyor... evin kapısına bile yaklaşamaz.. vur emri var!" dediğinde rahatladım.
Şimdi gaza bastım eve gidiyorum. Çok huzursuzum. Kaç oldu arıyorum, telefona cevap vermiyor. Uyuyordur diye avutuyorum kendimi. İçimde çok ama çok kötü bir his var.. beynimde bir sivrisinek sürekli, "bir şey oldu, kesin bir şey oldu... ölüm uykusuna yatmadı ya bu kız?' diye vızıldıyor ve beni kahreden bir kuyunun karanlık sularında boğuyor.
Gaza yüklendikçe yükleniyorum ama sanki yollar, ben gittikçe daha çok uzuyor.
Havada iyice karardı ve nihayet, eve gelebildim. Gördüğüm kadarıyla evin hiçbir ışığı yanmıyor.
'Korkmalı mıyım, yoksa rahatlamalı mıyım?
'Yok ya, bir şey yoktur... kesin uyuyordur yine o mutfaktaki divanda. Çok sevdi orayı, hep orda uyuyor. Bilmiyorsun Alptekin! Belki de ilk kez orda yakınlaştık diye hep orda uyuyordur!'
'Ahhhh! Kes saçmalamayı be adam! Düşündüğün şeye bak!'
İç sesimle kavga ederken, cebimden çıkardığım anahtarımla kapıyı açtım yavaşça. Eğer uyuyorsa korkutmak istemiyordum. Demir kapıyı yavaşça kapatırken, kilidin metalik yerine oturma sesini duydum ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne kadar dikkat etsemde ses çıkıyordu. Evin arka kısmına, mutfağa giden koridorun cılız ışığı açıktı ve tatlı bir loşlukla koridoru aydınlatıyordu.
Mutfaktan yine kısık ayarda müzik sesi geliyordu. Belli ki yine telefonundan müzik dinlerken uyuyup kalmıştı. Derin bir nefes aldım. İçim rahatlamıştı.
"Çok şükür ya! Yanılmışım... şeytan işte! Üfleyip durdu kalbime, beynime... uyuyormuş işte..'
Mutfağa girdiğimde gayri ihtiyari elim hemen kapının pervazındaki eski tip ışık anahtarına gitti. İçersi zifir karanlıktı. Işığı açarsam uyanır ve beni görünce korkmaz diye düşündüm. Eski tip, siyah pirizin küçük düğmesini aşağıdan yukarıya kaldırdım ve anında beyaz, simit florasan lamba yandı.
İçersi ışığa kavuşup, aydınlanırken gözlerim, üstünde Birce'nin telefonun durduğu tahta divandaydı ve o divan boştu... bomboştu!
Yoktu Birce ve anında nabzım yükselişe geçti. Ayak parmaklarımdan başlayan delice bir korku, yavaş yavaş bacaklarımdan, tüm bedenime akmaya başladı. Gözlerim, yerde şekli bozulmuş ince kilime kaydı. Adım adım kilime yaklaşırken aynı anda onun adını bağırarak söyledim. Olurda içerde bir yerdeyse, uyansın yada artık her ne yapıyorsa gelsin yine, "ne var... şöyle bağırma adımı ya.. her seferinde korkuyorum, yerimde sıçrıyorum," desin diye bekliyordum, hatta bunun olmasını deli gibi istiyordum ama içimdeki ses, susmuyordu. Beni deli etmek için sürekli konuşuyordu.
Yavaşça parmak uçlarımda yere çöktüm. Şekli, şemali değişmiş, ortada toplanıp kalmış kilime bakıyordum. Yerde bir sıvı gördüm. Elimi uzatıp, parmak uçlarımla dokunduğum an anladım. Meniydi bu.
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü ve ayağa fırladım o an. Bütün bedenimi sinirsel ama aynı anda delice bir korkunun esir aldığı titreme tuttu.. kilimin üstünde ıslak lekeler, betonda baktığım her noktada aynı sıvı vardı. Delirecek gibi oldum. Geri geri birkaç adım atarken, döndüm mutfaktan koşarak çıktım ve aynı anda 'Birce,' diye bağırıyordum ama hiç cevap vermiyordu ki bana. Tüm odalara tek tek baktım. Her boş bulduğum odayla yıkıldım, defalarca yıkıldım. En son banyoya baktığımda onun yerde bırakılmış, ıslak kıyafetletlerini gördüm. Ben evden çıkarken üstünde bunlar vardı. Hemen telefona sarıldım. Deli gibi bahçeye attım kendimi. Boğuyordu o ev beni... sanki canlanmış ve parmaklarını boğazıma geçirmişti, sıkıyorda sıkıyordu boğazımı.
Üçüncü çalışında açtı telefonu abi.
"Abi Birce yok, kaçırılmış," dedim tek nefeste..
nefes miydi alıp verdiğim, yoksa başka bir şey mi?
O soluduğum hava sanki diken olmuştu ve ağzımdan, burnumdan geçip gittiği herbir noktayı yakıyordu, acıtıyordu, kanatıyordu.
"Nasıl yok oğlum... saçmalama nereye gider kız?"diye sorduğunda oda çok şaşkındı.
"Kaçırılmış abi... o şerefsiz gelip kızı kaçırmış, ona tecavüz etmiş abi galiba tecavüz etmiş... koruyamadım onu!" diye bağırdığımda pişmanlığımın haddi hesabı yoktu. Deli gibi ağlıyordum. Bahçenin içinde çıldırmış gibi volta atıyordum.
Abinin derin nefesler alıp verdiğini duyuyordum.
"Sakın, hiçbir şeye dokunma! Ekip ve olay yeri inceleme gönderiyorum oraya... hiçbir şeyi elleme ve benden haber bekle! Sakin ol ve bir delilik yapma, hemen uzaklaş ordan!" der demez kapadı telefonu.
Nasıl giderdim ki oradan ama gitmek zorundaydım.
Kahroluyordum... pişmandım, hemde çok pişmandım. Her şeyin başladığı o güne lanet olsun! * * *
Geçmişe Yolculuk.....
~~10 ARALIK 2018~~
~~ALPTEKİN~~
Mezarlık dönüşü eve geldim ama aslında işe gitmem gerekiyordu.
Hayır! Gitmeyeceğim, canım hiç istemiyor.
Çok yalnız hissediyorum kendimi. Nilay gittiğinden beri çok ıssız kaldım sanki. Alışamıyorum yokluğuna. Bu evde onsuz çok tatsız, tuzsuz.. ama işte...baktığım her yerde anılarımız var ki onunla ve ah, ne çok sevdik biz birbirimizi.
Kocaman iki katlı olan bu ev şimdi, benim hem mezarım, hem yaşama sebebim. Anılarımdan da vazgeçemem. Çekip gidersem eğer, onları da kaybetmekten korkuyorum. Asla ayrılmayı düşünmüyorum bu evden, gidemem.. bırakamam beni hayata bağlayan tek şeyi, anılarımı terk edemem bu evle birlikte.
Cuma namazınada gitmiyorum artık. Her şey çok boş geliyor. Sadece onunla buluşacağım o sela ve cuma arası vakti, iple çeker oldum. O saatte mutlaka onun yanında oluyorum.. ama bir gün bile varlığını hissedemedim. Gelmiyor, hissettirmiyor kendisini. Zaman zaman bana küstümü diye sorgularken buluyorum kendimi.
Daha çok moralim bozuluyor.
Eğer hamile kalmamış ve doğuma girmemiş olsaydı, belki de şu an yaşıyor olacaktı... belkisi çok bile.. kesinlikle yaşıyor olacaktı benim rengarenk kelebeğim, aşkım, kadınım ama ben istemedim ki ille de çocuk yapalım diye.. hatta ben bir yıl daha beklemek istiyordum, daha çok birlikte vakit geçirelim, daha çok gezelim, görmediğimiz yerlere gidelim, aşkımızı doya doya daha çok yaşayalım istiyordum. Az çok biliyordum, etrafımdaki evli arkadaşlarımın çocuk olduğunda, o eski heyecanın kalmadığından, eşlerinin tek odak noktalarının çocuk olduğundan dem vurup, dertleştiklerini duyuyordum. Hatta birkaç tanesi o çok sevdikleri aşkın heyecanını başka kadınlarda arar olmuştu. Ben kendime güveniyordum. Asla Nilimi aldatmazdım. Deli gibi aşıktım hala ona ama işte tutturdu artık anne olmak istiyorum diye ve o çok istediği bebeğimize hamile kaldığında çok mutlu oldu.. onun mutluğu beni de mutlu etmişti, o sevindiği için sevinmiştim ve kahretsin ki hamileliği boyunca tansiyon problemi yaşaması, onu doğumda da rahat bırakmadı.. küçük tansiyonu ona, büyüğü yirmi ikiye çıktığında kriz çalmış o kalbin kapısını... tek krizde gitti.. hiç direnemedi, savaşamadı... bebeği hemen sezeryanla aldılar. En başında olması gerekeni en sonunda yaptılar.
Doktoru ona söz geçiremedi... dinletemedi sözünü.. beni de dinlemedi ki.. inadı tutmuştu.. "sezeryanın sonraki zorluğuyla uğraşamam, ben öyle günlerce acı çekemem Alptekin," dedi durdu ve ölüme giden yolu kendi seçti bilmeden, o kapıyı kendisi açtı ve şimdi beni böyle geride, o uğursuz gün, 5 ağustos 2017'nin üzerinden geçen bu bir buçuk yılın sonunda hala onun yasını tutmaya mahkum etti beni.
Bitmeyecekte bu yas! Asla bitmeyecek....
Ben onsuzlukla başa çıkmaya çalışırken, ailemin özelliklede babamın arsızca, acımasızca yaptığı baskıda her geçen gün biraz daha artıyor. Bunaltıyor beni ama sonuna kadar direneceğim, asla boyun eğmeyeceğim ona.
O saçma sapan, geri kafalı düşüncelerinin esiri olmayacağım.
"Tek başına ne yapıyorsun o evde? Ölen öldü, giden gitti.. topla eşyalarını, gel yerleş odana... bakılırsın burda... olmaz öyle erkek başına yalnız yaşamak!"
Daha Nilay'ın ölümünün üzerinden bir hafta yeni geçmişti ki söylenmeye ve söyledikleriyle beni deli etmeye başlamıştı ve o baskı katlanarak artıyor ama kararlıyım asla ona istediğini vermeyeceğim.
Töreymiş... sıçarım böyle töreye ben ya! Abimi, aniden trafik kazasında kaybedince ve yengem dul kalınca, en yakın kim vardı yanında... tabii ki ben.. aylardır bunun mücadelesini veriyorum daha doğrusu veriyoruz yengemle.
Kadının derdi başını almış zaten, birde onada baskı yapıyorlar.. daha yeni dul, yirmi sekiz yaşındaki yengemi benimle evlendirmeye kalkıyorlar. Dertleri çocukmuş, birde yengem ne yaparmış bu yaştan sonra.. kadına acısını yaşatmadılar.. oda iki can kabetti bende.
Abim, mandıra dönüşü tırın altına girince daha oracıkta can vermiş.. duyduğumuzda beynimizden vurulmuşa döndük.. oda şimdi kara toprağın o buz gibi bağrında... babam ısrarla, köye aile mezarlığına gömülecek diye diretince, mecbur kaldık ve köyümüze götürdük.
Allahım ne zordu onu öyle beyaz kefeniyle, o çukura koymak, ne dayanılmaz acıydı üstüne o tahtaları tek tek dizmek... kardeşiydim onun ve "in dediler o çukura.. ses çıkaramadım, indim.. karşıma da amcaoğlu indi.. perişandık.. yukardan yavaşça ve dikkatlice verdiler bedenini. Nasılda ağırlaşmıştı.. ve ne kadar pamuklanmış olursa olsun kefeninin bazı noktalarında kan lekeleri vardı.. ona ait son gördüğüm şeylerdi onlar. Başım hep önümdeydi ve ağlıyordum.
Hoca o içli sesiyle Kur'an okurken, yüreğim kaç parçaya bölündü bilmiyorum ki.
O günlerin üzerinden daha çok geçmeden başladılar arılar gibi vızıldamaya.
Şimdi tutturmuşlar o gönlü yaralı yengemi kendine kadın yapacaksın diye.. akıl alır gibi değil.
* * *
Köşeli koltukta uyuyup kalmışım ve çalan telefonumun sesiyle uyandım. Yavaşça yerimde doğrulurken, uzanıp telefonu aldım. Arayan yengemdi.
"Efendim yenge," dediğimde, "kapıdayım evlat aç!" dediğinde şaşırdım. Öyle kolay kolay gelmezdi ki bu eve. Kesin yine canını sıkmışlardı evdekiler.
Koştum, hemen beyaz mobilya çelik kapıyı açtım, o ince bedeniyle kapıdan sızıverdi içeri.
"Hoşgeldin yengem," dediğimde, "hiç hoş gelmedim evlat," dedi yine bana.
Bu bana hangi gözle baktığının bir göstergesiydi ve bu hiç değişmeyecekti.
Başındaki eşarbını geriye doğru sıyırınca, yer yer ak düşmüş saçları çıktı ortaya ve eşarbı, boynunun her iki yankndan sarkıttı.
Yorgun, zayıf bedenini tekli koltuğa bıraktı. Canından bezmiş gibi bir hali vardı. Alnında biriken terini, boynundan sarkan eşarbının ucuyla sildi.
"Versene bir sigara," dediğinde şaşırdım. Sigara içtiğini bilmiyordum.
"Bakma öye bön bön... içiyorum işte nolmuş, abinin ölümüyle başladım.. içende geberiyo, içmeyende.. ver hele bi tane!" dediğinde, öyle sevimli göründüki gözüme ister istemez gülümsedim.
Köşe koltuğa uzanmadan önce kenarına çıkartıp bıraktığım ceketimin cebinden sigarayı gidip aldım ve açtığım paketi ona uzattım. İçinden birkaç tane alıp, hemen önündeki sehbaya bıraktı ve sigarasını ağzına götürdüğünde, elimdeki çakmakla uzanıp sigarasını yaktım ve ardından bir sigarada kendim için paketten çıkartıp, dudaklarımın arasına aldım.
Tüm bunları yaparken, gözlerimle onu takip ediyordum.
Nasılda ard arda ve ne derin derin nefesler çekiyordu sigarasından. Çok geçmeden yarıya inmişti bile için için yanan o sigarası.
Sırtını, koltuğun arkasına dayarken, "ohh bee! Ciğerlerim nefes aldı namussuzum," dediğinde, ağzım açık kaldı ve dudaklarımın arasındaki varlığını unuttuğum henüz yaktığım sigaram, bir anda yere düştü.
Bugün bu kadın beni buraya şaşırtmaya gelmişti herhalde. Bir an öyle birbirimize bakakaldık.
"Alsana oğlum sigarayı yerden, parkeyi yakacan da!" dedi ve ben, söz dinleyen ufak bir çocuk gibi hemen eğildim, sigaramı yerden aldım.
"Geç otur karşıma," dedi ve hemen ekledi, "ama yok, sen önce bir bardak soğuk su ver bana evlat, çölde kalmış gibi çok susuyorum ya son zamanlarda... hoş ananın, babanın evinin de çölden eksik yanı yok ya! La oğlum, senin ailen niye böyle boktan ya.. valla bak söyliyim az kaldı çıldırmama.. sessiz buldukça ha bire hazırlığını yap.. lamı cimi yok, evleneceksin Tekin'le diyip duruyolar. Bok evlenirim seninle ben... siktirmesinler belalarını... yeterse yeter be!" diye esti gürledi bir anda
Allah Allah!
Ne oldu bu kadına böyle bugün ya?
Sanki ben bu kadını ilk defa görüyormuş gibi hissediyordum ve çok ama çok şaşkındım.
Açık, büyük mutfağa giderken arkamdan seslendi. "Tekooo! Ben hastayım oğlum! Biliyorum var bi dert bende.. ama benim en büyük derdim senin ailen! Söyle onlara... bana gemileri yaktırmasınlar... yakarım bak! Hepimizi, herkesi yakarım... ama bugün önce seni yakmaya geldim... hazır ol! Duyacakların hiç hoşuna gitmeyecek... ben taşıyamaz oldum bu yükü oğul.. bittim ben... hem millet artık böyle şeylerden el etek çekerken ne bu seninkilerin kafası böyle?...söyle o mezhebi geniş ailene.. dellendirmesinler beni!, efeliğim tutmasın benim de... yakarım çok üstüme gelirlerse!" * * * * *