Bölüm 16 Çelişki mi, Mantık mı, Aşk mı?

1916 Words
~~ABİ~~ Bu işin baştan oluru yoktuda erteledim işte hep. Bazen bazı durumlar vardır, oyun içinde birçok oyun kurulur ve bu oyunun birden fazla oyuncusu olur ama işte o oyunculardan bazıları, neyin içine düştüklerini bilmezler... sadece onlara verilen rolü oynadıklarını, yapması gereken görevi yerine getirdiğini sanır ve bu aslında büyük bir yanılgıdır. Oynanan oyunun gerçek olduğu sanılması için geçerlidir bu.. ve biz yavaş yavaş bu oyunun sonuna geliyorduk. Tek derdim, can kaybı olmadan en az hasarla bu işin bitmesiydi. Harekete geçilmesi gerekiyordu. Biz üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık ve şimdi beklemedeyiz. * * * ~~BİRCE~~ Üç gündür bu küçük, sevimli köy evindeyiz. Pek dışarı çıktığım söylenemez. Alptekin beyciğimiz her şeyi hallediyor ve benim arka bahçeye bile çıkmama izin vermiyor. Bu kadar korumacı olmasından nefret ediyorum ama bir yandan da çok hoşuma gidiyor. Alptekin çok ama çok gergin. Benimle pek konuşmuyor, gerekince ve gerektiği kadar konuşuyor sadece. Onun bu kadar yakınında olup, ondan böylesi uzak durmak çok zor. Bir an geliyor, gidip ona sarılıp, her şeyi arkamızda bırakıp kaçmaya, buralardan gitmeye var mısın demek geliyor içimden ama sonra frenliyorum kendimi. Bu sessiz bekleyiş, canımı sıkıyor. ~~ÜÇ GÜN ÖNCESİ~~ Eve girdikten sonra bir arama geldi ona. Çok gerilmişti konuşurken ve benim onu dinlediğimi fark ettiğinde kendisini arka bahçeye zor attı. Ne konuştuğunu bilmiyordum yani... tahminlerim vardı ama tabii ama yinede bilemiyordum, fakat evin arka tarafında yer alan muttfağın, çivit mavisi yağlı boyalı, ahşap küçük camı gölgeleyen tülün ardından onu gizlice izlediğimde, gördüğüm şey yerinde duramayan, bir ileri, bir geri hızlı adımlarla volta atan bir adamdı. Sadece arada bir dönüp eve bakıyordu ve anladığım kadarıyla benim onu evin herhangi bir camından izleyip izlemediğimi kontrol ediyordu. Gülümsedim. Biraz sonra sanki yıllarca sürecekmiş gibi hissettiğim o telefon görüşmesi bitti. Camın kenarından ve iri papatya desenli kalın tülün ardından görebildiğim kadarıyla yüzünde bir rahatlama hissi ama aynı anda hüzünde vardı. Yere, parmaklarının ucuna çöktü. Başı yere bakıyordu ve ellerini ileriye doğru uzatmış, telefonu birleştirdiği avuçlarının arasında duruyordu. Bu hali bende beklediği bir şeyin gerçekleştiği hissini uyandırıyordu. Sanki aslında olmasını istediği bir şey olmuştu ama bu onun hem geçmişini, hem geleceğini bağlıyordu. Garip bir hüznün eşliğinde, kurtulmuş olmanın verdiği rahatlamayı yaşıyordu sanki. Birkaç dakika başı, önde yere bakarak öylece oturdu. Sonra aniden ayağa kalktı ve hızlanan adımlarıyla eve doğru gelmeye başladı ve bende hızla camın yanından uzaklaşıp, koşar adımlarla evin en büyük odasına gittim. O içeri girdiğinde, ben köy evlerinde görmeye alışık olduğum, camın önünde duran bazen dört, bazen de altı ayağı demirden olan ve oturulacak yada yatılacak zemini yine yaylı, bazı noktaları iç içe geçmiş demirden yapılmış adına somya dedikleri döşekte bacaklarımı altımda toplamış oturuyordum. Odanın kapısında belirdiğinde hiç istifimi bozmadım. Bir an sanki olanlardan dolayı beni suçlar gibi ters ters baktı yüzüme. "Acıktın mı?" diye sordu ve ben niyeyse bunu soracağını biliyordum. "Biraz, sen peki?" diye sorduğumda, yine düşünceli düşünceli yere diktiği gözlerini yerden çekip bana baktı. "Biraz," dedi sadece. Hala tedirgin olduğunu görebiliyordum. Bunun nedeni az önce yaptığı telefon görüşmesi mi yoksa, benimle yeniden uzun bir aradan sonra yalnız kalmış olması mıydı işte onu anlayamıyordum. Belkide neden, ikisiydi. Ben, altımda toparladığım ayaklarımı yavaşca aşağı indirirken, somyayı turarak, ondan aldığım destekle ayağa kalktım. Aslında çok acıkmıştım ve başım hafiften dönüyordu. Sessizce ona bakarken, yine telefonu çalmaya başladı. "Efendim abi?" diye cevap verdiğinde, dikkat kesildim. "Yok, bakmadım abi," dedi ve hızlanan adımlarla mutfağa yöneldi. İçerden sesi geliyordu. "Tamam abi, yok hallederiz biz... tamam... teşekkür ederim abi...tamam, yok kapatmam.. görüşürüz abi," dedi ve sonlandırdılar küçük sohbetlerini. Çok geçmeden buzdolabının kapağını açtığını duydum ve açıkçası bana seslenmesini bekledim. Seslendi de. "Birce, bakar mısın?" Gülümsüyordum mutfağa giderken ama mutfak kapısından içeri girdiğim an, yüzümdeki tebessüm silindi. Hala açık olan kapağını tuttuğu buzdolabının içine bakmakla meşguldü ve benim değişen yüz ifademi görme şansı olmadı. "Noldu?" dediğim an, yerinde sıçradı ve dönüp bana bakmak isterken, kafasını dolabın üst kapısının köşesine çarptı. Canı yanmıştı. Doğrulurken, yüzünde gördüğüm o ifade bunun en büyük kanıtıydı. "Kedi gibi sessiz gelmesen olmazdı dimi?" diye çıkıştı bana. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ama aynı anda canı yandığı içinde üzülmüştüm. "Böyle ödlek olduğunu bilseydim, önceden geliyorum diye seslenirdim. Çok özür dilerim Alptekin abi," dedim kinayeli kinayeli. İçimde bir şey sürekli onu kızdırmak istiyordu. Bu duyguma engel olamıyordum. Bana karşı böyle mesafeli davranması canımı sıkıyor, bununda ötesinde canımı çok yakıyordu. Bende onu sinir etmek istiyordum. 'Sana noluyo kızım, değiştiriyo mu bu adam seni, bu sen değilsin ki?" "Sevsinler Alptekin abini!" dediğinde atladım hemen, tutamadım kendimi. "Kim severse sevsin banane, ama gördüğüm kadarıyla seveninden çok, sevmeyenin var senin," dedim ve sustum. Aynı anda bana ne cevap verecek diye merakla beklerken, farkında olmadan alt dudağımı ısırıyordum ve gözlerimi kendisine esir eden o gözlerindeki kızgın bakışlar, ifade değiştirirerek ısırmaya devam ettiğim dudağıma kaydı ve bir anda hızlanan adımlarıyla tam karşımda bitti. "Sen beni baştan çıkarmaya mı çalışıyorsun?" dediği an utancımdan ölebilirdim ve aynı anda deli gibi heyecanlandım. "Yok canım, ne alaka?" derken, bir adım geri gittim ve o benimle birlikte bir adım geldi. Aramızdaki tek adımlık mesafe kapanmazken, ben gerilemeye oda benimle birlikte ilerlemeye devam ediyordu. Onu baştan çıkarmak gibi bir düşüncem hiç olmadı ve böyle düşünmesine neden olacak hiçbir şey yapmamıştım. O anda da yapmıyordum ama o, bunu farklı algılamıştı. "Ben içeri gidiyorum," dedim ve hemen dönmek için hamle yaptım ama sağ üst kolumdan yakaladı beni ve geri çekti. O an nefes almayı bıraktım. Yüzüm yüzüne, bedenim bedenine öyle yakındı ki hızlanan o ateş gibi soluğunu yüzümde, dudaklarımda hissediyordum. Bedenimi, dayadığı bedeni ise ateş almış gibiydi ve gözlerimden saniye olsun çekmediği gözleri, ikimizi de yakmaya niyetliydi.. Yüzümde, gözlerimde gezinen gözleri, kapıldığım hem korku hem heyecanında etkisiyle aralanmış, titreyen dudaklarıma kaydı yeniden. 'Yok yapmaz, öpmez sana dokunmaz...şimdi bırakacak seni Birce... peki istiyor musun bırakmasını?' İç sesime vereceğim cevabı kendime bile itiraf edemiyordum ve evet, yanıltmadı beni. Bıraktı kolumu ve bir adım geri çekildi. O anda fark ettim ki büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Çok kötü hissediyordum kendimi. Hem böyle hissettiğim için kendimden utanıyordum, hem ona ileri gitmediği için kızıyor, bir yandan da minnet duyuyordum ama bir yandan da yaşadığım hayal kırıklığı git gide büyüyordu. Birkaç adım atmıştım ve tam mutfak kapsından çıkıyordum ki, kapının önümde hızla kapatıldığını gördüm ve şok oldum. Arkamdan uzanıp, yakaladığı kapıyı kapamıştı, aynı anda dudaklarını boynuma gömdü ve öpmeye başladı. Kapıyla, onun arasında kalmıştım ve heyecandan titremeye başlamıştım. İlk kez beni boynumdan, ensemden böyle öpüyordu ve o ateş gibi yanan dudaklarının dokunduğu, öptüğü her bir nokta ateşlerde kalmış gibi yanıyordu. "Gitme, bırakma beni," diye kulağıma fısıldadı ve ben tüm bedenimle ürperdim o an.. kolları bedenimi sararken, ellerini tam göğsümün hemen altında birleştirdi, bedenimi kafes içine aldı resmen. Burnunun saçlarımın arasında dolaştığını, saçlarıma ait o kokuyu içine çektiğini, sanki son nefesini saçlarımı koklayarak vermek ister gibi uzun uzun saçlarımı kokladığını hissediyordum ve o ellerini birbirinden ayırırken, bir kolu hala bedenime sarılıydı, sağ elinin o ateşli parmakları boynumda, çenemde geziniyordu ve beni boynumdan öpmeye devam ediyordu. Karnımın üstündeki parmakları yavaşça yukarıya, sol göğsüme kaydı ve avucunun içine alıp, biraz sıktı ama çok, çok hafif sıkıyordu. Beni kendisiyle beraber geri geri yürütmeye başladı ve akşamın hafif karanlığı mutfağı doldururken, kendimi bir anda camın önündeki üzerinde pamuk yatağın olduğu, tatlı kırmızı kumaştan yapılmış, pileli örtülü tahta divanın üstünde,onun bedeninin altında buldum. Heyecandan bayılabilirdim ve bununda etkisiyle göğsüm çok hızlı kalkıp iniyordu. Gözlerindeki o arzu dolu bakışları, dudaklarıma kaydı ve yavaşça beni öpmeye başladı. Daha önceleride beni öperdi ama ben put gibi kalırdım. Bu defa söz dinlemedi dudaklarım... bana ihaneti seçti ve bu ihanet çok tatlıydı. Onun istekli, şehvetin yavaş yavaş arttığı öpüşlerine karşılık veriyordum. (+18) Alta bölgemde şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir acıma, tuhaf bir karıncalanma başladı. Bedenim onu deli gibi istiyordu. Artık yalan söylemiyodum, itiraf ediyordum kendime... onu çok istiyordum ve yaptığı her şeye amatörce karşılık veriyordum. Elleri saçlarımın arasında gezinirken, biraz sertleşen öpüşleri beni benden alıyordu. Daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Dilini, dudaklarımın arasından hafif kapalı olan ön dişlerime sürtmeye başladı ve dişlerim kendiliğinden aralanınca dili ağzımın içinde dilimi buldu ve sanki dans eder gibi sarmaş dolaş oldu dillerimiz. Dilimi sanki içine çekmek ister gibi bir hali vardı. Gözlerimin içine bakarken, dilimi bıraktı ve alt dudağımı hafif ısırır gibi dişleriyle dokundu, sonrasında iki dudağının arasına haps edip, deli gibi emmeye başladı. Elleri üzerimdeki, ince salaş penyemi eteklerinden kavrayıp, yukarıya doğru çekti ve ancak, boynumdan çıkarırken bıraktı dudağımı. Sütyenimle kalmıştım karşısında ve utandığını hissettim. Başını göğüs arama gömdü ve sıcak, ıslak diliyle bedenime izler bırakmaya başladı. Elleriyle sütyenimin askılarını indirirken, dudakları sol göğsümün üst kısmına kaydığında, asi inlemem dudaklarımı delip, geçti.. bedenim altında istekle, arzuyla kıvranıyordu. Burnuyla, dudaklarıyla göğsümü esir aldı ve sırtımın altında birleşen elleri, sütyenimin kopçalarını açtı. Sırtıma parmak uçlarıyla yumuşak dokunuşlar bırakan elleri, yeniden göğüslerimi buldu yavaşça sütyenimi aşağıya çekmeye, bunu yaparken de beni öpmeye, bende ona karşılık vermeye devam ediyordum. Göğüslerim serbest kaldığında kulağıma, "biliyorum, ilk bu... ve umarım son olmaz bizim için... senin ilk erkeğin olmayı çok istiyorum, seni çok istiyorum Bircem," dedi bana ve ben o an mutluluktan ölebilirdim. Ah birde sevdiğini söyleseydi çok daha mutlu olacaktım. Başını yeniden göğüs arama gömdüğünde, o kor haline gelmiş parmakları kabaran göğüs ucumu yakaladı. Hiç bastırmadan, sıkmadan parmaklarının arasına aldı önce... ve sonra, işaret parmağının ucu, minik göğsümün ucunda gezinmeye, yumuşak dokunuşlarla dolaşmaya başladı. Nefes almayı unuttum o an ve alt bölgem sanki ıslanmış gibi hissediyordum. Alptekin'de bunu bilmek, öğrenmek ister gibi ellerini bedenimden çekti ve altımdaki eşofman altını tuttu va yavaşça aşağıya itmeye başladı. Yetmedi, açığa çıkan bacaklarıma öpücükler bırakarak, aşağıya kadar kaydı ve başını kaldırıp bana bakarken, tatlı tatlı gilimsedi. "Korkma, asla canını yakmayacağım," dedi. Eşofman altımı tamamen çıkardığında ve kendisi de biraz telaşlı soyunmaya başladığında nefesimi tuttum yine. Bacaklarımı birbirine kapamaya çalıştığımda eğilip, dizlerime öpücük bıraktı ve soyunması bittiğinde ikimizde sadece iç çamaşırlarımızla kalmıştık. Onunda çok heyecanlı olduğunu görebiliyordum. Yeniden bedeniyle ağırlığını bedenime bıraktığında beni kollarının arasına aldı ve daha arzulu öpmeye başladı. Dokunduğu, parmaklarının temas ettiği her nokta yanıyordu.. kalbim deli gibi çarpıyordu ve yeniden boynumu yalamaya, dudaklarının arasına alıp emmeye başladığında kendimden geçmiş gibi inledim. "Benden başka kimse dokunmasın sana... hiç kimse," diye kulağıma fısıldarken, tüm bedenim, tüylerim diken diken oldu. Ürperiyordum, delice bir ürpermenin etkisindeyken, parmakları göğsümden, belime, belimden de kasıklarıma aktı. Kıvranıyordum resmen.. kilodumun yan kısmından içeri sızdı o ateş gibi yanan, beni daha çok yakmak isteyen parmaklar... kadınlığıma kaydığında deli gibi bağırttı beni ve o anda dudaklarıma kapandı. "İstiyorsun sende beni.. nasıl mutluyum bir bilsen?"dediğinde, yanaklarından tuttum onu ve ilk kez kapandım dudaklarına. Nefessiz, soluk soluğa kalana kadar öpüştük. Dudaklarımı bıraktığında, sızlıyorlardı artık dudaklarım. Parmağı kadınlığımın ıslanmış kuytularına kaydığında artık bir adım sonrasını biliyordum ve bir anda zamanda geri gittim. "Bırak! Lütfen bırak!" dememle onu üstümden ittim. Şaşkındı, çok şaşırmıştı.. hızla yataktan doğruldum ve eğilip yerdeki kıyafetlerimi almamla mutfak kapısına koştum. Kendimi banyoya zor attım. Tir tir titriyordum. Aklım başıma gelmişti. 'Sen ne yaptın az önce Birce, ne yapıyordun?" Bu nasıl bir çelişkiydi anlayamıyordum... bir yanımla her şeye rağmen, her şeye inat, onunla olmak istiyordum, ona ait olmak istiyordum ama bir yanımsa seni sevmeyen, ama isteyen biriyle sırf o istedi diye birlikte olunur mu diye sorguluyordu. Bu neydi? Çelişki miydi, mantık mıydı ve bizim birlikteliğimiz başından beri ne kadar mantıklıydı ki? Banyo kapısının arkasında öylece kalmıştım.. kıyafetlerimi der dest etmiş, kucağımda tutuyordum ve ağlıyordum. Kapının önüne geldiğini bana seslendiğinde anladım. "Birce... çok özür dilerim.. bunu sana yapmaya hakkımda, haddim de yoktu.. çıkabilirsin ordan.. söz, bir daha dokunmam sana.. bahçeye çıkıyorum biraz.. çok üzgünüm," dediğini duyduğum an, öyle kalakaldım. Nerden geldiğini bilemediğim bir cesaretle, bir anda kapıyı açtım.. karşısında kucağımda kıyafetlerimle duruyordum ve direk gözlerinin içine bakıyordum. Ya şimdiydi ya da hiçti... her ne olacaksa olsundu.. bunun sonrası olmayabilirdi ve yüksek ihtimalde olmayacaktı. Yaktım gemileri... kendimide yakmaya and içtim. * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD