~~BİRCE~~
'Sabah sabah noluyoruz ya? Hangi densiz arıyo ki beni?'
Zaten bütün gece gözüme uyku girmemiş, nedense durmadan camdan dışarı bakmışım, sanki teyzemin evini biliyomuş gibi beklemişim salakçasına onu ve bunu niye yaptığımıda hiç bilememişim, ve tam en uykumun tatlı yerinde telefonum deli gibi çalıyor.
Açtım ister istemez ama bir yandan da geriniyorum, esniyorum ve arada ona saydırıyorum.
"Alo?" dedim uykulu uykulu ve kocaman esnemem, onun telaşlı sesini duymamla yarım kaldı..
"Birce... hemen hazırlan, seni almaya geliyorum! Hayatın tehlike de sebepte benim!"
'Ne diyor bu adam ya sabah sabah? Kabus mu gördü bu ya?'
Şaşırdım, gerçekten çok şaşırdım.
"Noluyo ya Alptekin, niye hayatım tehlikede olsun ki?" dediğim an, evleri geldi gözümün önüne.. o korumalar, zırh giydirilen araçlar, araçlardaki gizli zulalar, silahı ve o adam geldi bir anda aklıma!
"Birceeee!" Kulağımın dibinde sanki beni sağır etmek istiyor gibi bağırınca, hemen geri vites yaptım. Önemli bir durum vardı, kesin bir şey olmuştu.
"Tamam! Hazırlanıyorum ama annem?" diye sordum korkuyla yerimde hızla doğruldum hatta yetmedi, deli gibi yataktan fırladım.
Bir yandan onun yeni bir şeyler söylemesini bekliyordum, diğer yandan da aksi gibi ters dönmüş terliğimi giyinmeye çabalıyordum. Telaşını ve korkusunu kalbimde hissediyordum.
Sakinleşmeye çalışır gibi, derin bir nefes verdiğini duydum ve arkadan kesik kesik uğultu şeklinde rüzgar sesi geliyordu...
'az önce yoktu ama!'
"Sadece annen değil, hepiniz tehlikedesiniz.. bak buna sizi bulaştırdığım için çok üzgünüm.. evden bir yere çıkmayın.. düşünüyorum, bulacağım bir çözüm.. ve nolur, benden başkasına telefonunu açma, konuşma hiç kimseyle.." dediğinde ne kadar tedirgin olduğunu, hatta korktuğunu hissediyordum. Bende çok korkmuştum.. ama onun korkusu kendi canı için değildi, bizim içindi.
"Alptekin, benim telefonun ekranı bozuk, kimin aradığını göremiyorum, annemi ara istersen... bende açmam hiç telefonu," dediğimde fısıltıyla küfür salladığını duydum.
"Tamam, buna da bir çözüm bulacağım. Senin o gururuna var ya ben!.." dedi ama gerisini getirmedi. Bırakmıştım ya diğer her şey gibi bana aldığı telefonu, fotoğraf makinasını.. ona kızıyor şimdi işte.
'Niye söylenmesi hem hoşuma gidiyor hem sinir oluyorum... nasıl bir şeymiş bu aşk ya?'
Demedim bir şey.
"Sen iyi misin?" diye sorduğumda, "ancak güvende olursanız iyi olurum. Kocan mıdır, nişanlın mıdır nedir o adama da bir bahane uydur.. bir de onunla uğraşmayayım," dedi bana! Hemde kızgın kızgın dedi bana ya!
"Ne kocası Alptekin, ne nişanlısı cidden iyi misin sen ya?" * * *
~~ALPTEKİN~~
Onun aniden yükselerek söylediklerini duyduğumda kaldım bir an öyle..
O anki heyecanımla, paniğimle aklımdan geçenler, dökülmüştü dilimden, gidip sahibini bulmuştu ve o da şu an benim kadar şaşkındı.
"O adam kimdi peki?" diye düşünmeden soran yine bendim.
"Ya sen ne saçmalıyorsun Allah aşkına Alptekin sabah sabah ya?"
"Dün sana hadi seni bekliyorum canım, diyen herif kimdi o zaman?" diye bağırıyordum kamaraya döndüğümde.
Hemde bas bas bağırıyordum. Bu ona sesimi duyurmak için değildi. Yine düpedüz hesap soruyordum. Dünden beri içimde biriktirdiğim, her ucu ayrı keskinlikteki ve beni bilemediğim kaç parçaya bölen, parçalayan şüphelerimin öfkeye dönüşmüş haliyle bağırıyordum yine.
İyi ki yanımda değildi.
"Eniştem be adam, eniştemdi o! Kuzenlerimle bizi sinemaya götürdü eniştem... hani senin yüzünden salonunu terk etmek zorunda kaldığım sinema var ya işte oraya götüren adamdı. Tipini de tarif edeyim mi, yaşını, kilosunu da söyleyeyim mi Alptekin bey? Sen beni ne sanıyosun ya, ne sanıyosuuun?!"
Bu defa bağıran da oydu ve ben, duyduklarım karşısında şaşkınlıkla mutluluk arasında bir yerde gülüyordum ve farkındaydım, baltayı taşa değil, direk kendi kafama indirmiştim. Onun beni gördüğünde öldürmesine gerek yoktu yani.
O gelen telefonun ardından ilk iş benimle iş bağlantısı yapmak için, gözlerden uzak kalabileceğimiz Avşa Adası'na çağırdığım ceoyu aradım ve çok acil bir işimin çıktığını, gitmem gerektiğini söyledim ve kiraladığım sürat teknesiyle adadan hemen ayrıldım.
Şimdi o teknenin kamarasında telefon kulağımda, biraz olsun rahatlamış, huzura ermiştim duyduklarımla ve Birce tüm kızgınlığıyla,
"Susmasana, cevap versene bana sen ya!" diye hala bağırıyordu.
Esra'nın bize oyun oynadığı o günden sonra o ilk kez böyle sinirlenmişti.
Zaman kazanmak adına boğazımı temizledim.
"Bir şey sanmıyorum.. olur ya belki ailen beni unutman için seni evlendirmiştir diye düşünmüştüm, onun için öyle şey ettim," dediğimde kendi alnıma patlattım.
'Allahım şey etmek ne ya? Alptekin senin beynini ben si...'
"Şimdi o kulaklarını aç ve beni iyi dinle Alptekin bey... ben avunmak yada unutmak için öyle gidip bir başkasıyla evlenmem, kimsede beni evlendiremez.. hem neyin avuntusuymuş, unutmasıymış bu beyfendi? Ne alaka yani seni unutmak! Bence kendini bu kadar önemseme, sen benim dünyam değilsin, bende senin etrafında pervane değilim tamam mı? Ayrıca ancak sevdiğimle evlenirim ben ama sayende evliliğe tövbe ettim ben. Dünyanın en iyi erkeği gelse, en klası, en bitanesi gelse ev...len...mem! Anladın mı şimdi beni?" dedi ve sustu bir anda.
Bende susup kaldım. Bu kızın yüzünden evrim geçirmeye başlamıştım. Sinirlenmesi, bağırıp çağırması bile hoşuma gidiyordu.
"Ya bi dur! Taramalı makina gibi car car car.. ne bu ya!," dedim onun gibi bende derin nefesler alıp veriyordum ama o son söyledikleri zıvanadan çıkardı yine az da olsa beni.
"Bulursan öyle en klasını, en iyisini, en bitanesini onlar önce benim cesedimi çiğneyecekler, sonra seni alacaklar! Unut artık öyle hayaller kurmayı..hem ne biçim laflar bunlar, utan mıyormusun sen bana laf yetiştirmeye? Kapa şu telefonu, hazırlanmaya başla artık! Birkaç saate yanındayım duydun mu beni, kapat telefonu" dedim ama ben de kapatamıyorum ki telefonu.. oda hala karşı hatta ve kapatmıyor.
'Neyi bekliyoruz ki böyle biz?'
"Kapatsana kızım telefonu ya! ne bekliyosun, duymuyor musun? diye yalandan çıkışınca, "ay tamam, duydum, kapatıyorum," dedi ve gitti.
'Evlenmemiş ya... kimsede yokmuş ya! Eniştesiymiş meğer! Ohh be! Rahatladım, kuş gibi oldum ya! Sokacam o saydığı klasına, cartına, curtuna.. haberi yok! Off bee! Şu kader önceden çıkarsaydı ya seni karşıma.. o zaman her şey belki de çok farklı olurdu ve ne çok özledim seni ben ya.. küçüğüm benim!' * * *
~~CEO~~
"Alo, efendim... günaydın! Tamda tahmin ettiğiniz gibi tutuştu.. adayı terk etti.. sanırım Kırklareli'ne Birce hanımın yanına gidiyor," dedim. Ve gülüyordum şu Alptekin Tan denen aşığın haline. Patronumda keyifle bastı o güçlü sesiyle kahkahasını.
"Daha dur! Götüne yılan kaçmış gibi çok koşturacak o şarefsiz. Yeni başlıyoruz. Adamımızı ara. Tırlar, batı sınırından çıkmadan yapsınlar baskını... zaten tırlarıda bağlarlar. Bunlar iyi günleri. Az kaldı, bende varmak üzereyim Kırklareli'ne. Gidip bir ziyaret edelim şu küçük hanımı.. bir acı kahvesini içelim.. dimi ama?" dedi ve yine o keyifli kahkasını patlattı.
Utanmasam, korkmasam basacağım kahkahayı. Evet, ne demişler... son gülen iyi güler.
"Evet efendim. Yapmamı istediğiniz başka bir şey var mı?" diye sorduğumda, "evet... şu evlerini satın al, ama izimizi belli etme siyo!" dedi bana.
Sahi benim adım neydi? Kullanmayalı ne çok oldu?
"Peki efendim.. hemen halletmeye çalışacağım. Hoşçakalın," dedim ve kapadım.
Kaldığım otelin balkonundan denize bakarken, aklımda kırk tilki tur atıyordu ve hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyordu.
Hah! Yaşasın kötülük! * * *
~~ALPTEKİN~~
Sürat teknesi Tekirdağ'a, limana yaklaştığında tüm o yaşadıklarımı düşünürken, kalbimi ele geçiren pişmanlığın haddi hesabı yoktu.
Birce'nin hayatı ciddi anlamda tehlikedeydi ve buna ben sebep olmuştum. Hemen limanda beni bekleyen, beyaz mercedes jeepe yöneldim.
"Çok şükür göndermiş," diye seviniyordum. Araca yaklaşırken, aradı beni.
"Anahtarı sana yaklaşmakta olan kadından çaktırmadan al, biraz geciktin, jeep dikkat çekmemiştir umarım, sana söyleyeceklerimden sonra gazı kökle. Kimse sana dokunmayacak merak etme.. ben aslında nolur nolmaz diye yığdım herkesi oraya.. ev gözetleniyor, şu ana kadar gelen giden yok, ama bir durum olursa Birce'yi de aileyide sen varmadan toplatırım ordan, bilgin olsun.. o kadar riske giremem Teko, onun içinde plan hazır.. doğalgazdan zehirlendiler üç dört ambulansla hastaneye diye başka yere taşınırlar.. aslında en iyisi buda, işte sen var ya sen Teko... kimseye güvenemem abi diyince, beklemeye aldım planı, anladın mı beni?" dediğinde derin bir nefes aldım.
Ağzım heyecandan ve korkudan kurumuştu. Avuçlarımın içini tüm bedenimi ele geçirdiği gibi bildiğim ters bastı. Kalp atışlarım aynı nefes alışverişlerim gibi düzensiz, kesik kesikti. Sanki saatlerdir koşmuşum da ciğerlerim şişmişte patlayacakmış gibi hissederken, dizlerimin bağı da her an çözülecek, bedenimi daha fazla taşıyamayacak adeta.
"Tamam abi.. telefon gitti mi?" diye sorduğumda, her zaman ki o gevrek kahkahasını attı. Gözümün önündeydi hayali. Kesin yine izbe bir yerde, aracının kaputuna oturmuş konuşuyordu benimle.
"Sence?" dediğinde gülümsedim ve oda tekrar ciddileşen sesiyle uyarırken bile yine de o babacan tavrından vazgeçmemişti.
"Sen önce bir sakinleş...nefesin bir düzene girsin. Daha araç kullanacaksın be oğlum..sakin ol biraz!"
"Tamam, sağol abi, yani telefon ve her şey için, dediğimde güldü yine.
"Sen bırak şimdi teşekkürü de... Ah be oğlum... seni uyarmıştım dimi? Bak dikkat et.. ölmeyi bayılmak zannetme.. o nasıl bir can hıraş aramaktı öyle.. aşık oldun dimi sen bu kıza? diye sorduğunda çok şaşkındım...
'Belli mi, çok mu belli etmişim ya,' diye şaşarak birazda kendime kızarak düşünürken sessiz kalmıştım ve aynı zamanda yanımdan, çok yakınımdan sessizce geçen, geçerkende ustaca sağ elindeki çantayı diğer eline verirken, hissetirmeden bana anahtarı veren kadınla çok kısa bir an bakıştık.
Gören onu sıradan, hayat telaşında olan, başı yazmalı, şalvarlı ve üstündeki eskimiş yeleğini çekiştirip duran zavallı yalnız bir kadın sanırdı. Gözlerimiz buluştuğu anda, dudağının kenarında bilmiş bir tebessüm oluştu ve çaktırmadan göz kırptı bana.
"Aldın mı anahtarı a benim aptal aşık oğlum," dediğinde güldüm, burnumun ucuna işaret parmağımla dokundum, sonrada parmağımın yan tarafıyla burnumu kaşıdım durduk yere.
Bu şekilde pat diye sorulmasından şaşkınlığımın yanında utanmıştım birde.
Sanki cümle alem Birce'ye aşık olduğumu biliyordu.. halbuki ben bile daha yeni yeni anlıyordum onu sevdiğimi ve bunu haykırmayı ne çok istiyordum aslında.
"Aldım abi.. çok sağol.. binmedim ama daha araca," dediğimde güldü yine.
"Tamam, binme zaten.. aferin! Öğreniyorsun yavaş yavaş bu işleri...yak şimdi bir sigara ve bekle.. deniz kenarına git, içmeye devam et sigaranı... saat şimdi on.. onu sekiz geçe yanına biri gelecek, senden çakmak isteyecek, çakmağı verirken belli etmeden telefonu da ona ver.. ve sigaranı bitir, ayağınla iyice ez ve yerden al.. telefonu senden alırken, sana vereceği az su dolu şaşalın içine at ve o şaşalıda arabaya koy, hemen orda bir yere çöpe atma. İlerlerde bir yerlerde çöpe atarsın işte.
Araçta torpidoda başka bir telefon var, ve orda bir numara aranmış.. o benim sıfır hat. Seni arayacağım ve son durumdan haberdar edeceğim. Evin önüne yaklaşmadan, ondan da kurtuluyosun. Seni yine arar, yapman gerekeni söylerim. Haa bu arada, siyahlarda yakışmış delikanlı.. Söylediklerimi yaptıktan sonra gazı kökle...hiçbir yerde durma, depo full dolu.. oraya vardığında, ara yine beni. Aracı değiştireceksin unutma. Evin hemen önünde gri eski model ford seni bekliyor, merak etme zırhlı oda. Zulasında para, silah, birkaç dolu jarjürde duruyor.. zulanın yerini söylememe gerek yok, biliyorsundur artık ve ayrıca yeni bir tuşlu telefon ve yeni bir hatta var.. adreste hemen telefonun arka kapağının altında.. ve biliyorsun, birkaç gün görünmeyeceksin ortalıkta.. kapiş?"
"Tamam abi," dediğimde etrafıma bakınmak istedim ama tuttum kendimi ve son anda aklıma geleni utanarak sordum ona.
"Abi! Nasıl bilebiliyor her şeyi bu kadar detayına kadar, yani benimle ilgili...?"
"Doktora gittin mi hiç?" diye sordu.
"Abiiii!" derken 'bari sen yapma,' diyordum aslında.
"Aferin çocuk, aferin.. iki şey için aferin. Birincisi göremeyeceğin bi yerdeyim, bakınmamakla iyi yaptın. İkincisi, sen söylemediğin halde doktora gittiğini ben öğrenmişsem, biliyorsam eh oda öğrenmiştir be oğlum! Ama aferin, öğreniyosun, hemde çok hızlı öğreniyosun bu işleri. Hadi bakalım evlat. Takma kafana... sorunun psikolojik olduğunu dördümüzde biliyoruz, halledeceğiz onuda.. dert etme kendine.. şimdi," dedi ve sustu bir an. Derin bir nefes verdi, tedirgindi oda..
"Dikkat et kendine ve Allah'a emanet ol. Sana güveniyorum bunu unutma.. ve duygularına hakim ol.. seni etkilemesine izin verme ve o kıza aşık olduğunu sakın ola ona belli etme.. bu işin sonu yok, biliyosun, o delirdiğin zamanları unutmuş değilim, kızında dengesini bozdun, aslında huylanmıştım o zamanlarda aşık mı bu çocuk diye ama işte.. olanları unutma ve hatırlatıyorum yine Teko! Bu işin sonu yok," dedi ve son noktayı koydu.
"Off bir bilse yaptıklarımı telefonda Birce'ye, ağzıma sıçar her halde!"
"Peki abi, görüşürüz." dedim ve kapadık telefonları.
Son söyledikleri ile moralim yerle bir oldu yine. Canım çok sıkıldı. Düşünüyordum ve ister istemez ona hak veriyordum ama gelde bunu şu gönlüme anlat, kalbime geçir sözünü.. nerden bulaştım bu işlere diye düşünürken, canımın yandığını hissediyordum. Ama şu an bunun bir önemi yoktu. Şu kızı ve ailesini sağ salim kurtaralımda sonrasına bakacaktım işte. Sonrası yoktu bu işin aslında bende biliyordum ama, unutuyordum, onunla bir süre sürekli yaşayınca hiç anlamadan alışmıştım ona ve sevmişim fark edemeden işte ve sanki onunla yeniden bir araya gelebilirmişim, evlenebilirmişim gibi hissediyordum ama işte... neyse! Şu an bunları düşünmemin, hayaller kurmanın, onunla gelecek planları yapmanın hiçbir anlamı yok ki.
Ana odaklandım yeniden.
Tıpkı bana söylediği gibi yaktım bir sigara, gittim deniz kenarına.. denizi izlerken, limandaki Avşa'ya kalkacak gemiye baktım. Yolcuların bir kısmı gemiye binmek için hareket halindeyken, diğer bir kısmıda ikinci ve üçüncü kattan, aşağıya yada denize bakınıyorlardı.
İçlerinde işi gereği beni izleyen, gözetleyen
var mıydı acaba?
Bakışlarım, yeniden denizi bulduğunda suyun yüzeyine vuran eylül ayının henüz gücünü kaybetmemiş güneşinin ışıklarıyla deniz cam gibi parlıyordu. Birkaç deniz anası ilişti gözüme ve saatime baktığımda tamda onu sekiz geçe biri geldi yanıma..
Yabancı turist gibiydi.
Gözlerinde siyah güneş gözlüğü, kafasında etrafı çemberli şapkası, yeşilli bejli ekose kısa kollu gömleğinin içinde yine düz bej tşörtü, koyu yeşil her tarafı ceplerle dolu dizlerinin hemen üstünde biten şortuyla ve sırt çantasıyla gelip yanımda durdu, çok geçmeden ingilizce benden çakmak istedi. Çakmağı verirken, çantasını hafif yan çevirdi, hiç belli etmeden file cebe, telefonu bıraktım. Gözlüğünü hafif indirdiğinde gördüğüm o cam gibi mavi gözleriyle, tamamdır dercesine göz kırptı bana, muzipçe gülümsedi ve elindeki yarımdan daha az dolu şaşalı bana uzatırken, yine ingilizce "iki dakika tutar mısın?" dedi ve sigarasını verdiğim çakmakla yaktı.
Çakmağımı geri verdi ve iki parmağıyla şapkasına dokunup, selam verirken yine ingilizce teşekkür etti bana. Aksanı bariz Amerikandı ve sanki Amerika'nın batı eyaletlerinden gelmiş biriymiş gibi konuşuyordu.
O, çekip gittikten sonra yanımdan sigaramdan son bir nefes daha çektim ve abinin söylediği gibi izmariti, yerde ayağımla ezdikten sonra elime alıp, ağzını açmış olduğum şaşala atıp, ağzını kapadım.
Artık yola çıkacaktım ve sakin adımlarla araca doğru ilerledim. Oysa nasılda koşmak geliyordu içimden.
Yola çıktıktan bir süre sonra yapıştırdım gazı ve aynı anda uzanıp torpidodan telefonu aldım. Dokunmamla tuş kilidi istedi.
Ne olabilirdi ki? Abi hiç bilgi vermemişti ve düşünmeye başladım.
Nedense aklıma abimin ölüm tarihi geldi. 100718... ve ekran açıldı bir anda. Whatsapta bir mesaj vardı.
Balıkçı Rüstem Abi: Aferin oğlum! Balığı güzel yakaladın.. akşama rakı balık yaparız artık.. balıklar senden, rakı benden... hadi rast gele! * * *