~~BİRCE~~
Benim deli gibi bağırmamı kimse duymadı çünkü, sinirlerim kalk gidelim diyince hemen kendimi arka bahçeye attım, bahçeye açılan kapıyı da sımsıkı kapadım.
Canım çok sıtkındı. Sabahın köründe arayıp nasılda germişti beni ya?
Aradan iki saat geçti ve ben hala bahçede deli dana gibi dönüp, dolaşıyorum. Bir ara onun söylediği gibi, eşyalarımı hazırladım. Sadece gelmesini bekliyorum ve birden telefonuma, whatsaapa mesaj düştü. Tanımadığım bilmediğim bir numara. Hoş hiç numara kayıtlı değilki bu telefonda. Halletmişti gerçekten.
"Hazır mısın, yaklaşıyorum...annenlere Alptekin ile konuşmam gereken konular var.. bir iki gün onunla gitmek zorundayım de yada dur, öyle deme, başka bir şey uydur?"
Beni aradığından bir saat sonra eve pizzacı geldi, korkarakta olsa açtım kapıyı ve elime büyük boy bir pizza kutusu uzattı. "Afiyet olsun, Alptekin beyin ikramı," dedi gitti.
'kafayı mı yedi bu adam?' diye düşündüm ilk an ama sonrasında aydım tabiiki.
Mutfağa gittim ve hemen kutuyu açtım. Şaşırdım, cidden de pizza vardı kutuda ama soğuk bir pizzaydı. Kenarından tutup kaldırdığımda alttaki telefonu gördüm. Şeffaf bir pışetin içindeki incecik telefonu çektim, aldım pizzanın altından ve poşetin içinden çıkardığımda. Ekrana dokunur dokunmaz açılmıştı.
Bir anda aklım başıma geldi. Doğruya ben ona o kadar odaklanmıştım ki annemlere evden çıkmak için ne bahane uyduracağımı şaşırmıştım. Bereket, gece geç vakite kadar oturmuşlardı ve şimdi horul horul uyuyolardı.
Yeni bir mesaj daha geldi.
"Çık hadi kapının önünde, eski gri bir Ford var, onun içinde seni bekliyorum. Hemen çık ve arka kapıdan bin.. şapka tak ve varsa güneş gözlüğü de...oyalanma."
Allah Allah!
Bu numaralar niye böyle farklı? Kaç telefonu var bunun ya?
Aklımda manyak sorular, koşturmaya başladım. Sırt çantamı zaten hemen kapının yanına yere bırakmıştım. Fortmantoda asılı ince montumu aldım, alelacele giyindim ve siyah şapkamıda kafama taktım. Güneş gözlüklerim tepemdeydi zaten, hemrn gözlerime indirdim. Diğer telefonumu da yastığımın altına bıraktım. Anladığım kadarıyla sinyalden takip edilmemeliydik. Ahh annem! Uyandığında şok olacaktı. Ona kısa bir not yazdım.
"Beni merak etme. Biraz yalnız kalmak istedim. Buna ihtiyacım var annem. Okuldan bir arkadaş yazlığına çağırdı Silivri'ye.. birkaç gün kalıp, geleceğim. Telefonum iyice bozuldu. Arkadaşımdan seni ararım. Öptüm annem,"
Kaç gün onun sesini duymayacaktım acaba? Gözyaşlarım firardaydı yine. Sessizce kapıyı açtım ve hemen bahçe yolunda ilerlemeye başladım. Tepesi kavisli demir bahçe kapısını açtım ve aynı Alptekin'in yazdığı gibi kapıdaki siyah camlı arabanın, arka kapısını açıp, önce çantamı attım arka koltuğa, sonrada kendim bindim ve hızla kapıyı kapadım.
"Yavaaş! Millete duyurmak mı istiyorsun gidişini?" diye azarı bastı bana.
"Hoşbuldum Alptekin bey, yada artık her kimsen!" dediğimde sürücü koltuğundan, dönüp ters ters bakyı bana ve o bakışları buz gibiydi.
Üşüttü resmen beni.
"Bende seninle olmaya çok hevesli değilim Birce hanım! Hoşgeldin bu arada..." dedi ve yola çıktık. Dönüp teyzemin evine baktığımda ağlamak üzereydim ve beni dikiz aynasından izlediğini biliyordum.
"Merak etme... kimseye bir şey olmayacak. Korumalar her yerde," dediğinde bir hışımla dönüp ona baktım.
"Hayatımın içine ettiğinin farkında mısın sen?" diye çıkıştım bir anda... çıkışmak ne ki bağırdım resmen. Çok kızgındım ama daha çok korkuyordum ve korkum beni esir alırken, ona daha çok sinirleniyor, kızıyordum. Bereket, o sakinliğini koruyordu. Dikiz aynasından bana baktı.
"Gözlüğünü çıkar, kimse görmez artık seni," dediğinde çok sakin, hatta üzgündü.
Şapkamı çıkardım hemen, koltukta yanıma bıraktım. Gözlüğüde yeniden tepeme yerleştirdim ve o anda dikiz aynasında göz göze geldik.
'Özlemiş gibi mi bakıyor o bana? Özlemiş mi cidden beni?"
Bakışlarmı kaçırırken başımı çevirdim, camdan dışarıyı izlemeye başladım.
"Ne var neye gülümsüyorsun sen?" diye sorduğunda, kıpkırmızı olduğuma yemin edebilirim. Düşüncelerimin etkisiyle salakça sırıttığımın hiç farkında değildim.
Kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Bir an indirip hemen ona saldırmayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. Koltuğa iyice yerleştim. Rahat görünmeye çabalıyordum. Dönüp ona baktığımda hiç istifimi bozmadım.
"Ne gülmesi be? Sana öyle gelmiş, diye yalan söyledim ve bakışlarımı kaçırmamaya çalıştım, sonradan fark ettim ki habire kırpıştırıyordum gözlerimi.
"Gülüyorsun demedim, gülümsüyorsun dedim, hayırdır sen? Bu beli konuşmalarda ne oluyor, hem aklın nerde senin, aşık mısın yoksa, kim bu şanssız vatandaş?" demesin mi?
Beynimde bir şeyler patladı bir anda ama aynı zamanda içimde onu sinir etme isteğide de belirdi.
"Aşk demeyelim de hoşlanma," dedim hiç beklemediği bir cevapla.
O gözleri yine dikiz aynasından anında buldu beni ve direk gözlerimin içine bakıyordu o koyu kahveler...
"Kızgın mı o gözler?"
"Kuzenimin arkadaşı," diye devam ettim yalana..
"Öyle mi, kaç yaşında bu kuzen kankası, ne iş yapıyor, ne zaman tanıştınız, amacı ne?"
Peş peşe gelen sorulardan başım döndü adeta.
"Yirmi yedi yaşında, makina mühendisi Ozan, tanıyordum zaten.. İstanbul'a geldiğinde gelir, bizde kalır hep.." dediğimde, yüzünün aldığı hal görülmeye değerdi.
"Ne münasebet! Genç kızın olduğu bir eve, bekar bşr erkek nasıl gelir kalır? Kafayı mı yediniz siz?" diye atladı hemen sazan?
Kahkaha atmamak için alt dudağımı ısırıp, ağzımın içine gizledim. Dönüp dışarı baktığımda kızgın sesini duydum.
"Bir soru sorduk sana, cevap versene?"
"Sen önce bi sakin olsan, hem ne varmış gelip bizde kalıyorsa, koyun koyuna yatmıyoruz ya! Üstelik gayette düzgün biri.." diye birde olmayan adamı yağladım, balladım.
Hayal gücüme hayranım gerçekten. Ama benim hayallerimi süsleyen hep hala bana ters bakışlar atan bu adamdı... ne çare ki bilmiyordu.. anlamıyordu... belkide anlamak istemiyordu. Hoş, ben kendimi anlayamıyordum ki o nasıl anlasın beni.
"Nereye gidiyoruz biz?" diye sorduğum soruyla uzayıp giden sessizlik bozuldu.
"Bodrum'a" dediğinde öyle bir zıpladım ki yerimde az daha kafam arabanın tepe zeminine çarpacaktı.
"Ne? Sen delirdin mi ya? Çok uzak değil mi, ne zaman döneceğiz peki?... ya annem ne olacak, biz haftaya eve dönecektik?"
"Offf Birce Offf... yav ne bu böyle ahiret soruları gibi... bilmiyorum, haber geldiğinde, izin çıktığında döneceğiz, bırakacağım seni evine!" dedi bana canından bezmişçesine ve ben o anda çok şeyi fark ettim.
İlki, ne çok soruyu ard arda sorduğumdu. Paniklemiştim. İkincisi biz büyük bir cendereye girmiştik ve bu cenderenin başındaki adam her kimse, derdi Alptekin'le belki de onun ailesiyle ile ilgiliydi ve ne hikmetse işin içine, potaya bende girmiştim.
"Kimden haber bekliyorsun sen ya, tehtid mi aldın sen?" diye sorarken buldum kendimi.
"Ne çok soru soruyorsun? Bak rahatına, hatta yat zıbar.. sessiz ol biraz, tıpkı eskisi gibi," dediğinde gözlerini kaçırdı benden.
Tabii ki tehtid almıştı. Yoksa niye gözlerini şimşek hızında çeksin ki gözlerimden ve belli ki bu tehtidin tam ortasında ben vardım ben.
Kulağımda şeytani bir fısıltı onu kazımamı söylerken, diğer melek rolüne soyunan mantığımda, 'sus artık, soru sorma... zaten çok darlanmış, sıkılmış, tedirgin ve sinirli.. üstelik araç kullanıyor, dikkatini birde sen söylediklerinle, sorduklarınla dağıtma," diyordu ve ben susmayı tercih ettim.
Milyonlarca yıl susabilirdim hatta. Eğer benim susman, çığ gibi büyüyerek üstümüze gelen tehlikeyi geri püskürtecekse ve o iyi hissedecekse susardım. Hiç sorun değildi. Üstelik, uzun zaman sonra sebep her ne olursa olsun onunla yeniden bir arada olmak çok güzeldi.
'Ben ne zaman böyle gözü kara oldum ya?... bir iki saat içinde ne değişti ki? Beni ilk aradığında ve söylediklerini duyduğumda ödüm kopmuştu oysa... sana ne oluyo Birce? Nasıl olduda korku seni böyle terk etti hemde onunla ilgili bilemediğim pek çok şeyden korkarken... ne zaman ya, hangi ara?' * * *
~~CEO~~
Patron, en son konuşmamızın üstünden geçen bir saat kadar süre sonra beni aradı. Çok sinirliydi, küfürlerin en gün görmemişi havada uçuşuyordu.
"Bula bula beni mi bulur lan bu siktiğimin çivisi, aracın lastiğini patlattı ve Kırklareli'ne vardığımda Birce buhar olmuş.. ibne gelip almış kızı. Ev kapı duvar... yoktu kimse, hemde hiç kimse yoktu. Anlamıyorum, adamımız da ne olduğunu anlayamamış, bana ulaşmaya çalışmış ama telefon çekmemiş... sikeyim böyle işi," dedi ve en son deli gibi kulağıma haykırdığınk duyduğumda, çektim hemen kulağımdan telefonu ve pat diye kapadı.
Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Ama emin olduğum bir şey vardı ki oda bunun acısını yakınındakilerden çıkaracaktı. En çokta benden.
Duşa girerken aldım yinede telefonu. Belli mi olur? Yine, her an arayıp, kalayı basabilir.
Neyse... en iyisi mi hazırlanıp şu evi satın alma işlemleri için harekete geçmeli artık.
Yüzümüze gözümüze bulaştırmadan işe koyulmalı.. * * *
~~SAATLER SONRA~~
BODRUM/ YALIÇİFTLİK
~~ALPTEKİN~~
Nihayet yolculuk bitipte, abinin bana bıraktığı adrese geldiğimizde, dönüp arkaya baktım. Birce, çantasını başına yastık yapmış, hep yaptığı gibi elini yine yanağının altına almış uyuyordu. Şu yorucu araba yolculuğuna rağmen yüzü çok huzurlu görünüyordu ve bedeni ister istemez cenin pozisyonundaydı.
"Kesin dizleri ağrımıştır, kıyamam ya!"
İç sesimle birlikte onun için üzülüyorduk, pişmanlığımızın haddi hesabı asla yoktu.
Saatlerdir konuşmamıştım. Boğazımın kuruduğunu hissediyordum ve temizleme ihtiyacı duydum. Onu uyandırmalıydın ve bir an önce karşımda, bahçe içindeki sevimli, dışı kireçle bembeyaz, cam çerçeveleri ise çivit mavisiyle boyanmış şu köy evine girmeliydik.
"Birce... uyan, geldik," dedim. Psikolojik midir nedir, birde fısıltıyla uyandırmaya çalışıyordum kızı.
"Bircee! Uyan artık!" diye seslendiğimde, sesim istediğimden yüksek çıkmıştı ve beni duymuş olacak ki ama aynı zamanda uyku sersemi haliyle bir anda, "ne, noldu, basıldık mı?" diye öyle bir fırladı ki yattığı yerden, başını arabanın tavanındaki tutma koluna çarpmadıyla anında "offf!" diye inledi. Eli başında vurduğu yere giderken hızla, gözlerini sımsıkı kapamış, hissettiği acıyla yüzünü buruşturmuştu.
Onu öyle görünce benimde canım yandı sanki.
"Ya ne biçim uyandırıyosun insanı?" diye can acısıyla, artık tek gözüyle baktığı bana çıkıştı. Diyemedim ilk anda bir şey ve sonra kulağımda abinin sesi çınladı.
"Sakın ola kıza aşık olduğunu belli etme!"
"Napiyim, o kadar seslendim, yerini rahat bulmuş camışlar gibi uyuyordun.. bomba patlasa duymazdın, mecbur kaldım," diye attım yalanı.
"Camış senin babandır, tamam mı, hem o ne?" diye çıkıştı yine bana. Eliyle o acıyan yere masaj yapıyordu ve hala ters ters bana bakıyordu. Bu haliyle aslında çok komikti ve de çok sevimli. Babamda arada nasibini almıştı ama artık bu benim umrumda bile değildi. Kör kütük aşık olmuştum bu kıza ben ama yinede, yalandan da olsa sert yapmalıydım.
"Bana bak, babamı ne karıştırıyorsun işe şimdi, hadi bana laf yetiştireceğine in arabadan, al o saçma sapan çantanıda yanına, boş boş konuşup canımı daha fazla sıkma benim," dedim bir anda ve aslında ona söylediklerime ben bile inanmadım. 'İnşallah o inanmıştır. '
~~BİRCE~~
'Ya ben bu öküzün neyini sevdim acaba?' Benimle konuşma şekline inanamıyordum. Hem başıma bilmediğim belaları sarmıştı, hemde azarı işiten yine ben oluyordum. Birde salak gibi içinde bir yerlerde onunda beni sevdiğini ama söyleyemediğine dair bir umut taşıyordum, böyle düşünüyordum.
'Yok kızım ya... bu Nilay'dan başkasını sevemez. Öyle belli ki.. tüm o hesap sormaları, beni korumaya kalkması hep suçluluk duygusu, birde işte benim onu bırakmamın hazımsızlığı... bu erkekler niye böyle ki? Kendileri terk etti mi sorun yok ama sen bıraktın mı bir içe sindirememe hali, bir saçmalıklar silsilesi, anlamadım gitti,'
İç sesimle, kalbimle, aklımla sorduğum tüm bu soruların cevabı maalesef ki bende yoktu. Onda da var mıydı bundan emin değilim. Yine aklımı karıştırmayı başarmıştı. Tek bildiğim buydu.