'Neydim ben ya? '
'İnsan mıydım, yada itilip kakılan bir eşya mı?''
'Acaba dünyada kıyamet kopsa suçlusu ben mi olacaktım?'
'Bu garip sahiplenilmişlik, bu aniden gelen kıskançlık, hiçbir suçum olmadığı halde suçlu muamelesi görmem neydi ki?'
'Ben neden bunları yaşıyorum ki?'
'Ben neden cezalandırılıyordum ki, ne yapmıştım?'
Aptalca bir can borcu hissetme, salakça bir başkasının acısını içselleştirme ve geldiğim nokta bu! İşte olan buydu!
Esirim artık!
İşten çıkardı beni. Evden dışarıya onsuz bir adım bile atmamı yasakladı. Anneme, mezarlığa, kardeşime babama gidemez oldum.
Nefes aldırmaz oldu bana.
Herkesten, her şeyden kısıtlar oldu. Dengesi bozuldu. Evde sürekli terör estiriyor.
Babası, annesi, kızkardeşi şaşkın ve işin ilginç tarafı bana acır, benim için üzülür oldular.
Her şey ama her şey değişti.
Giyimime bile karışır oldu. Öyle dar, bedenimi biraz olsun saran kıyafetler yasaklandı. Asla dikkat çekici olmayacaktım .
'Ne zaman oldum ki?'
Telefonumu her fırsatta kontrol eder oldu.
'O adam arıyor mu, yazıyor mu, benimle iletişime geçmeye çalışıyor mu?'
Annemi Sarıyer'de aldığı eve yerleştirdi. Onu da koruma altına aldı. Gece gündüz kapısında, arabanın içinde bekleyen iki koruması var. Biri alışveriş işini görürken, diğeri yazık ki sürekli arabada hayatını sürdürüyor.
Annemin evine tuvalet ihtiyacı için bile girmesi yasak.
O adamın peşine düştü. Kim olduğunu, amacının neye dayandığını öğrenemedikçe paranoyası arttı. Adamın telefonlarını sürekli arıyor ama nedense adamda sanki arayanın o olduğunu biliyormuş gibi, onu daha da delirtmek istermiş gibi hiç telefona cevap vermiyor.
Sır oldu adam, kayıplara karıştı ve bu Alptekin'i daha da çıldırtıyor.
Bana hiç dokunmuyor. Bütün o el tutmalar, sarılmalar, öpmeler hepsi ama hepsi bitti. Tek odaklandığı benim, annemin korunması.
Sevgi yada aşk değil bunun adı.. bununiçin tek bir işaret yok! Sadece delicesine bir korkusu var ve birde geç saatlere kadar süren işleri.
Yine odamdayım ve kapım tıklatılınca girin dedim. Esra gelmişti.
'İlginç, niye geldi ki?'
Üzgün halime oda alışmıştı artık ve açıkçası evlendiğimizden beri geçen bu yedi ayın sonunda, bana eskiye göre daha iyi davranır olmuştu ama yine de şimdi böyle odama gelmesi şaşırttı beni. Yüzüme bakıyor sanki bana acıyor gibi.
"Bir an önce hamile kal, kalki bu zulüm bitsin," dedi bir anda bana.
Anlayamayan gözlerle ona baktım.
"Sen ne demek istiyorsun?" dediğimde, derin bir iç çekti.
Başını iki yana sallarken, ben uzun oturduğum yatağımda ayaklarımı kendime çekip, bağdaş kurdum.
Oda hemen yakınıma, yatağımın kenarına ilişti ve üzgün gözlerle bir süre yüzüme baktı. Söyleyeceklerini kafasında tasarlıyor gibiydi.
"Bak açık konuşacağım. Benim abim böyle biri değildi, hiçbir zaman da olmadı. O hepimize göre nasıl desem, evet biraz daha modern görüşlüdür. Sevmez öyle bizim oraların erkekleri gibi kısıtlamayı, deli gibi kıskançlık yapmayı hiç sevmez," dedi ve derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etti. İçtenliği beni şaşırtıyordu ve aynı anda duygulanıyordum.
'Biriyle konuşmayı ne çok özlemişsin sen be Birce?!'
"Nilay yengem, çok modern bir kadındı. Açıkçası senden çok daha güzel, çok daha etine dolgun, seksi bir kadındı ve çokta cilveliydi. Abimi otururken bakışıyla yerdi, bitirirdi.
Aksiliğide vardı, uysal zamanları da ve abim onun bildiğin kölesiydi. Abimi o yönetirdi, akıllı kadındı ve abim onu da çok kıskanırdı ama ona böyle sana yaptığı gibi saçmaladığını hiçbirimiz görmedik. Belli ki seni ondan daha çok seviyor ve kıskanıyor ama sen de böyle hastalıklı gibi ortalıkta dolaşırsan, dokunsak kırılacak biblo gibi narin olursan, adam sürekli seni her şeyden, herkesten koruma ihtiyacı duyar. Sen hem bedenen, hemde ruhen hastalıklı gibisin. Birde fazla uysalsın ya, ne öyle köpek yavrusu gibi sevimli, masum, sessiz.. bu kadar sözünü dinleme ya, arada sesini yükselt be! O delirdikçe sen pısıyorsun. Olmaz böyle.. bak kendine, biraz bak!" diye birde akıl veriyordu bana.
Dışardan bakınca öyle mi görünüyordum?
Hoş ben nasıl göründüğümün farkında bile değilim ki.
"Bak bugün avmye gidicem ve senin için hoş bir elbise alıcam. Otuz altı bedensindir sen. Akşama al duşunu, biraz makyaj yap, giyin o elbiseyi, biraz da cilve yap ve bu gece hamile kalmaya bak. Bir çocuğunuz olsa emin ol bu kadar kıskanmaz seni. Abim seni manyak gibi seviyor ve bu sevgisi dengesini bozuyor. Seni de mahvediyor. Senin için üzüleceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama gerçekten üzülüyorum. Senin hakkında hepimiz çok yanılmışız. Bunu gösterdin bize. Çok üzgünüm sana yaptıklarım için, çok özür dilerim. Bu evde yeterince hüzün var zaten. Hacer yengemde aniden ölünce iyice tadımız tuzumuz kaçtı. Kansermiş meğersem ya!" dediğinde bir anlığına sustu ve ben o an, içimden "hiç olmasa acıları bitti, esareti bitti.. ya benim, benim ne zaman bitecek?' diye düşünmekten alamadım kendimi.
Daldığım düşüncelerimden Esra'nın hüzünlü sesiyle sıyrılıverdim.
"Atakan abim trafik kazasında ölünce aniden, toparlayamadı kadın kendisini. Çöktü kadın, dert sahibi olmuş, hiç anlamadık. Bereket çocuğu yoktu, yani vardı aslında. Abim öldüğünde yeni hamileydi ama işte üzüntü, stres tutunamadı bebeği, düşürdü. Hayatın kime ne zaman ne getireceği belli değil. Bak bana, oldum yirmi sekiz ama hala evlenemedim. Bu saatten sonrada istemiyorum. Bu eve yeni bir nefes lazım ve bir bebek, inan hepimize çok iyi gelecek. Oyy halası kurban olsun ona," dedi sanki bir bebeğimiz varmış gibi.
"Ben gidiyorum şimdi. Birkaç saate dönerim. İyi olacak inşallah Birce her şey. Sende gayret et biraz," dedi ve geldiği gibi gitti.
Oda da bir başıma öyle şaşkın, adeta küçük dilimi yutmuş gibi oturdum kaldım.
'Bu kızın başına metaor falan mı düşmüştü?'
İlk kez bana karşı bu kadar iyi ve sevecendi. Hacer gelinin hikayesini biraz biliyordum ama bu kadar detaydan haberim yoktu. Birde onun için üzülmeye başladım ama biliyordum, asıl kendim için endişelenmeliydim.
Esra'nın söylediklerini düşündükçe daha çok şaşırmaktan alamıyordum kendimi.
Bir sürü şey söylemişti. Özellikle Nilay ile ilgili söylediklerini de düşündükçe ve üzerine birde Alptekin'in beni ne denli çok sevdiğini söylemesini koyunca neye şaşıracağıma karar veremez olmuştum.
Onun tüm bu hırçınlığının sebebi bu muydu? Beni seviyor olması mıydı? Sevgi böyle bir şey miydi? İyi de ben anlamaz mıyım bunu ya? Gerçi arada bir bana değişik baktığını görüyordum, dalup gidiyordu yüzüme bakarken.. olabilir miydi ya?'
Odamdan çıkarken en son söyledikleri kulaklarımdaydı hala.
"Abim, seni seviyor, hatta Nilay'dan daha çok seviyor olmayı Nilay'a ihanet gibi görüyor.. hepimiz bu evlilik oyununun farkındaydık ama zamanla gördük ki o seni gerçekten çok seviyor ve aslında sende seviyorsun.. sadece itiraf edemiyorsunuz birbirinize, kavuşun artıkta abimin bu delilikleri de bitsin, sende oda rahatlayın artık!" * * *
Söylediği gibi birkaç saat sonra elinde bir çeşit çeşit paketlerle geldi. Elbise, ayakkabı, yeni makyaj malzemeleri, elbiseyle uyumlu takılar, çorap, parfüm ve daha bir sürü şey alıp gelmişti.
"Ben bizimkileri alıp, amcamlara götüreceğim. Geç vakit geliriz. Yardımcılarda müştemilata çekilirler biz gittiğimizde, durmazlar. Abimin sevdiği yemekleri de yaptırdım zaten. Ev size ait, bitir artık şu adamın dellenmelerini," dedi ve çıkarken odadan en son, "hadi göreyim seni, gir duşunu al ve geceye hazırlan," dedi.
Çok kararsızdım. Korkuyordum. Ben onu sevip sevmediğimi bile bilmiyordum ki. Son zamanlardaki davranışlarıyla beni korkutmuş, uzaklaştımıştı kendisinden.
Geçenlerde sakin olduğu bir anda yanıma gelip ama yine benden uzak durarak,
"Başka bir ev bulacağız seninle. O evden vazgeçtim. Birlikte beğenelim, senin içine sinmesi önemli Birce... boşanmayı unut demiştim ya hala aynı düşüncedeyim. Bu aralar fazla gerginim, biliyorum.. ama hepsi bitecek az kaldı. Senin gibi sakin, sessiz günler yakında.. çok az kaldı," demişti ve uzun zaman sonra ilk kez eskisi gibi şevkatle sarılmıştı bana ve ben de yeniden kendimi onun kollarında güvende hissetmiştim.
Esra gittikten bir süre sonra söylediğini yaptı. Annesini ve babasını aldığı gibi evden çıkıp gittiler. Yardımcı Yasemin hanım, odamın kapısına kadar gelip istediğim bir şey olup olmadığını sordu, yemeklerin sıcak, masanın hazır olduğunu söyledi ve iznimi isteyip oda müştemilata çekildi.
Bende ilk iş, duşa girdim. Esra haklıydı. Alptekin beni bırakmayacağını, yakında birbirimize ait olacağımızı zaten söylemişti. Daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu.
Çabucak duş aldım. Her ihtimale karşı telefonumu yanımdan ayırmadım. Her aradığında o telefona bakmakla yükümlüydüm. Bana ulaşamaması gibi bir durum söz konusu değildi.
Duştan çıktıktan sonra alelacele saçlarımı kuruttum ve kâhküllerimi düzelttim. Onlara dokunmayı çok seviyordu ama uzun zamandır onlardanda uzak duruyordu.
Aldığı elbiseyi kılıfından çıkardım. Saks mavisi, düşük kısa kollu, kare kesim yakalı, bedene oturan ve dizlerin biraz altında biten bir elbiseydi.
Diğer aldıklarına baktım. Yine saks mavisi dantel detaylı sütyen ve kilot takımı almıştı. Tamda bedenime göre. Yetmiş beş beden. Sadelikten yana olan ben, çamaşırların seksiliğinden ve güzelliğinden utandım.
Çabuk çabuk giyindim hepsini. Boy aynasına baktığımda elbisenin üstümde çok hoş durduğunu görünce gülümsedim.
Çok hafif bir makyaj yaptım, keza makyajda yasaktı. Saks mavisi küçük damla şeklinde taşın ucunda takılı olduğu altın zinciri boynuma taktım, saçlarımı salaş bir topuz yapmıştım. Yine kolyeyle takım minik küpeleride kulaklarıma, bilekliğini koluma, yüzüğünü de sağ yüzük parmağıma taktım. Parfümden boynuma ve biraz da saçlarıma sıktım. Ayakkabıları elime aldım ve dağınıklığını toparladığım odamdan çıktım.
Alptekin henüz gelmemişti ama biliyordum, eli kulağındaydı. Birazdan kapıyı anahtarıyla açar girerdi. Önceleri eve geldiğinde beni arar, "eve girerken önce seni göreyim, enerji ve motivasyon depoluyorum böyle," dediği için kapıyı koşarak ben açardım ona. Ama birkaç gün sonra annesi, ben oğluna kapıyı açtıktan sonra, beni yalnız yakaladığı ilk anda "edebini bil, kocaya öyle koşularak kapı açılmaz, bu evde kaynatan, kaynanan var senin," demişti ve o günden sonra ben çok sessiz kapıyı açar olmuştum ve artık tebessümde olmuyordu yüzümde ve oda bunu fark etmişti.
Annesiyle tartışmıştı bu konuda ve işte o gün annesine "yakında karımı da alıp gideceğiz kendi evimize," diye bombayı patlatmıştı.
Ben bunun bir yalan olduğunu düşünmüştüm. Biliyordum, evet defalarca bu evden gitmek istediğini, bunun için bir şeyler yapacağını söylemişti bana ve o gün anneme giderken, mezarlık dönüşü gittiğimiz evin bize ait olduğunu söylemişti ama sonrasında vazgeçmişti o evden. Daha sonra olanlarda bu planı erteletti. En baştada annemin yeni ev sahibinin ortaya çıktığı o günden sonra her şey değişti. Annemin evinde olanlardan sonrada kapı açma olayım bitti. Alptekin, hep kendi anahtarıyla açar oldu kapıyı.
Yemek salonunda masada bir eksiklik var mı diye bakıyordum ki, kapıda anahtar sesini duydum. Biraz çekinerek olsada onu karşılamak için yemek salonunun kapısında durdum. Beni böyle görünce vereceği tepkiyi merak ediyordum ve korkmuyorum da değil.
Anahtarını kapıdan çıkarırken, varlığımı fark ettiğinde bir an kaldı öyle. Şaşkındı. Bakışları tüm bedenimde gezindi ve en son gelip, elbisenin rengininde sayesinde daha da koyulaşan mavilerimi buldu.
'Niye öyle kızgın bakıyor ki o koyu kahveler bana?'
Aklım ve iç sesim aynı anda sordu bana bu soruyu.
"Hoşgeldin," dedim o alışık olduğu tebessümümle.
"Nerden buldun o üstündekini," diye bağırdı bir anda. Bağırmakta değildi bu.. ta içinden, yüreğinden, ciğerlerinden gelen acı, öfke, kızgınlık dolu bir haykırıştı bu ve ben gerçekten neye uğradığımı şaşırdım.
Aklımın çarkları hemen dönmeye başladı. Büyük ihtimal dışarı çıktığımı düşünüyordu, bu kızgınlığın sebebi başka ne olabilirdi ki?
~~ALPTEKİN~~
Onu karşımda öyle görünce, sanki biri gelip, şakağımdan kafama kurşun sıkmış gibi hissettim, öyle canım yandı ki, delicesine bir acı yüreğimi öyle kavurdu ki yüreğimi, öyle şaşkındım ki ve bu üç güçlü, kahredici duygu tüm benliğime sahip olurken tutamadım kendimi ve bağırdım o aniden kapıldığım yakıcı, yıkıcı tüm öfkemle. Hemde hiç istemediğim halde.
Görebiliyordum, şaşkındı ve aynı anda korkmuştu.
Geçmişe gittim bir anda.Tüm can yakan ateşiyle, anılardan çıkan gelen hayaletiyle Nilay'dı gelen, karşımda durupta ve bana korkak gözlerle bakan Birce değildi.
Bir anda zamanda savruldum geriye ve beş yıl öncesindeydim sanki.
Nilay'dı ya o çok sevdiğim, deli gibi özlediğim karımdı ve bana gülümsüyordu.
Aynı elbise, aynı takılar, aynı ayakkabı ve hiç kimseye aldırmadan, gelip kollarını boynuma sarmıştı.
Doğum günümdü ve biz kendi evimizdeydik. Ailem böyle şeylerden hiç hoşlanmadığı halde yapmıştı yine yapacağını. Onlarıda çağırmış, güç gösterisi yapmıştı. İpler benim elimde ve oğlunuz size değil, bana ait mesajını gözlerinin içine baka baka vermişti.
Emekli bir konsolos kızıydı karım ve babası dahil kimseye boyun eğmezdi. Bazen beni de delirtirdi ama bu uzun sürmezdi. Delirttiği gibi sakinleştirmeyi de bilirdi. Lafını esirgemezdi. Bildiğini okurdu. Yollarımız üniversitede kesismişti ve deli gibi aşık olmuştuk birbirimize. Ben uzatmalı olarak okuduğum okulun son sınıfındaydım ve daha o yeni başlıyordu.
Aramızda beş yaş vardı ve o yirmisinde, ben yirmibeşimdeyken, kimseyi dinlemedik, iki aileninde itirazlarına rağmen daha okul bitmeden evlendik. İşletme okuyorduk ikimizde.
İlk zamanlar ailemle oturduk yine ve okul bitipte ben işlerin başına geçince, kendi evimize çıktık.
Oda çalışıyordu. Mutluyduk, zaman zaman tartışsak bile gün, geceye döndüğünde yatağımızda çoktan barışmış olurduk.
Ailem, onu çok sevmese de kabullendi sonunda ve açıkçası bu, Nilay'ın umrunda bile değildi.
Güçlü bir kadındı, çok akıllıydı ve lider ruhluydu. Bazı yönlerinden hoşlanmasamda, onu çok sevdiğim için görmezden geliyordum.
Hafta sonunda mutlaka okul arkadaşlarından çok samimi olduklarıyla buluşurdu, arardım, "gecikiyorsun," dediğimde "bir saate yanındayım," derdi ama hiçbir zaman tam söylediği saatte gelmezdi.
Eğlenceyi, gezmeyi, kitap okumayı çok severdi. Dört yılın ardından kendisini hazır hissettiğinde anne olmaya karar verdi ve birkaç denemeden sonra hamile kaldı.
Hamileliğin başından itibaren tansiyon sorunu yaşadı. Küçük tansiyonu hep yüksekti ve kalbini zorluyordu. Olan oldu işte doğumda.. geçirdiği kalp krizi ile tutunamadı hayata. Bırakıp gitti beni, ardından iki gün sonra bebeğimizde annesine koşarak gitti.
Hayatımın en kötü üç yılını yaşadım ve an geldi yok olmak istedim, an geldi mezarlıkta o toprağa diri diri girmek, onun ve çocuğumuzun yanında yatmayı, bir daha hiç uyanmamayı istedim.
Zordu, çok ama çok zordu. Bu da yetmiyormuş gibi, Nilay'ın ölümünden iki yıl sonra abim, trafik kazasında öldü ama işin gerçeğini hepimiz biliyoruz ve çok geçmeden ailemin baskıları başladı.
İçine tükürdüğümün soy sop meselesi açıldı. Soyadımızı devam ettirecek bir erkek çocuk meselesi hem yengemi hem beni tüketmeye başladı.
Yengem ailede sadece bana inanır, güvenirdi. Rahatsızlığından söz edince, psikiyatra götürüyorum diye doktora götürdüm. Yapılan tetkiklerle kanser olduğu çıktığı ortaya. Üstelik dördüncü evredeydi. Fazla zamanı yoktu ve bunu duyduğuna sevinmişti garibim.
O aileme sesini çıkaramazken, ben sonuna kadar direnmeye kararlıydım. Direndimde ve işte o gün, o mezarlığa aşkımı görmeye giderken o kaza yaşandı.
Şimdi karşımdaki kıza bakarken, tüm bunları yeniden yaşıyordum ve ölesiye nefret ettim bunları sil baştan yaşamaktan.
"Sana nerden buldun o elbiseyi diye sordum," diye bağırınca yeniden, gözlerindeki dehşeti görmemem mümkün değildi.
"Alptekiiiin!"
"Yapma bunu yapma artık bana ya! Ben seni mutlu etmek isterken, sen her fırsatta bana bağırıyorsun, saldırıyorsun bıktım usandım artık," diye bağırdığında ağlamaya da başladı ve onu ağlıyor görmek sinirlerimi daha çok bozuyordu. İstemiyordum bende bu huzursuzluğu, bu dengesizliği ama bu neydi şimdi? Amacı neydi, neden böyle bir şey yapmıştı?
"Sana bir soru sordum Birceee! O elbiseyi nerden bulduun?' diye bağırdığımda, "kardeşin aldı bana bu lanet elbiseyi, ben senin sandığın gibi evden çıkmadım, hiçbir yere gitmedim... salak gibi sözünü dinliyorum hala.. ama bana yaptığına bak ya, yaptırdığına baaak!" diye bağırırken, kulağındaki küpeleri adeta çekti kulak memesinden, yırttı resmen ve o yırtılan bölüm kanıyordu, hiç farkında değildi.. o küpeleri tek tek attı önüme, boynundaki kolyeyi koparıp fırlattı yüzüme, bileğindeki bilekliği çıkarıp, ayaklarımın dibine attı, ilk kez gözümün önünde soyundu, elbiseyi fırlattı ayağıyla ve resmen iç çamaşırlarıyla kaldı.
İç çamaşırları bile Nilay'ınkilerle aynıydı ya. Gözlerime inanamadım.
Esra bunu niye yapmıştı?
Günlerdir bana, "abi kıza çok kötü davranıyorsun? Bizde çok hata ettik.. yazıktır, yapma artık," diye işlerken beni, yumuşatmak isterken, bunun için uğraşırken benimle neden böyle bir oyun oynamıştı ki ikimize de?
Bu nasıl bir saf kötülüktü?
Ve Birce, onun yalan söylemediğini biliyordum, hiçbir şeyden haberi olmayan şu masum kız, çıldırmış gibiydi, ben kapının ağzında, o yemek salonunun kapısında olduğu halde, yakınında olmadığım halde tir titrediğini görebiliyordum ve bir anda merdivenlere koştu.. birkaç basamak çıkmıştı ki döndü ve tüm öfkesiyle, kızgınlığıyla, hayal kırıklığıyla "Allah belanı versin senin," diye adeta haykırdı ve sol parmağındaki alyansı tüm hırsıyla ilk kez ya, ilk kez parmağından çıkarıp yüzüme fırlattı.
"Bitti bu iş! Git kendine başka bir köle bul, başka bir sahte eş bul! benden buraya kadar..." dedi ve yeniden o merdivenleri koşarcasına çıktı, gözden kayboldu.
Şu yaşadığımıza inanamıyorum ya inanamıyorum!
Onun üstünden çıkarıp fırlattığı tüm o şeylere bakıyordum. Şaşkındım, üzgündüm ve bu oyuna nasıl geldim, hiç anlamadım, inanamıyordum.
Yanına gitmeye cesaretim yoktu. Son noktayı koymuştu. Haklıydı da.
Onun attığı her şeyi tek tek topladım yerden. Her elime aldığım objeyle kalbimin acıdığını hissediyordum. En son alyansını mutfak kapısının önünde bulduğumda, yere eğilip aldım onu. Parmaklarımın arasında tuttuğum o küçük, ince alyansa baktığımda, o nikah salonundaki halimiz geldi gözümün önüne.
Nasılda ürkekti, korkuyordu, ben ne yapıyorum böyle bakışı gözlerini esir almıştı ve ben o alyansı parmağına takarken tüm saflığıyla nasılda utanmıştı.
Şimdi o alyans, sahibinin elinden çıkmıştı ve parmaklarımın arasından içine kaydırdığım avucumda duruyordu.
Hayatta ağlamamış olan ben, Nilay ve çocuğum öldüğünde bile tek damla göz yaşı dökmemiş olan ben, o acı dolu günlerde gözyaşlarını içine akıtmış olan ben ağlıyordum şimdi.
Yemek salonuna giripte, bizim için hazırlanmış olan yemekleri, masayı görünce daha da kötü hissettim. Birce az çok sevdiğim yemekleri biliyordu ama gördüklerim, benim sevdiğim yemekler değildi ki! Hepsi de Nilay'ın sevdiği yiyeceklerdi.
Bu işin altında da Esra'nın imzası vardı. Hemen anladım ve o an sanki artık beynimde şimşekler patladı. Masa örtüsünün ucundan tuttuğum gibi çektim, üzerindeki her şeyle birlikte yere fırlatıp attım.
Neyin intikamıydı bu böyle, neyin? * * *
~~BİRCE~~
Kızgındım kendime, çok kızgındım ona.. kendimi duşun altına attım... su kaynardı ama benim alev alev yanıyor olmamın yanında neydi ki suyun kaynarlığı?
Utanıyordum kendimden, utanıyordum varlığımdan ve bana böyle hissettirdiği için ondan nefret ediyordum.
Ne işim vardı benim bu Allah'ın belası evde, ne işim vardı bu kahrolası oda da, bu duşun altında ne yapıyordum ben?
Anlık bir kararla çıktım duştan.. istemiyor olsamda ağlıyordum. Bornozumu giyinmemle banyodan çıkmam bir oldu.
Yatağın bazasını kaldırdım. Bu eve gelirken getirdiğim valizimi, bazanın ayak ucundan aldım çıkardım. Bir dakika bile daha kalamazdım bu evde. Çok kırılmıştım, çok incinmiştim ve çok kızgındım. Canım yanıyordu resmen. Ben bunları hak etmiyordum, hiç hak etmiyordum hemde.
Ne mecburiyetim vardı ki ona?
Ne demişti bana en başında neler söylemişti, ne çabuk unuttu?
Hani bana kötü davranmayacaktı?, hiç üzmeyecekti beni, koruyup, kollayacaktı, özgür olacaktım...bana saygısızlık yapmayacaktı, dinlemeden, anlamadan yargılamayacaktı ya beni, söz hakkı tanıyacaktı ya bana...
ve daha nice sözler.. hepsi çöp oldu şimdi, duman oldu havaya karıştı.
"Aptalsın işte aptal, inandın ona, güvendin.. aptalın önde gidenisin işte.. aptaaal!"
Kendi kendime bağırarak söylediğim bu sözlere histerik bir gülme eşlik ediyordu ve hemen ardından bir ağlama krizine girdim.
Valizim yatağın üstündeyken, ellerimle yüzümü kapamıştım ve ağlıyordum deli gibi. Hıçkırıklara boğulurken, bir anda o güçlü kollarıyla arkamdan bana sarıldığını hissettim.
Bu da neydi şimdi? * * * * *