Aklım hala sahte kocamın beni öptüğü o anda takılıp kalmışken, yardımcının açtığını tahmin ettiğim evin kapısından içeri adımımı attığımı anda o beklenilen, göğüs gerilmesi gerekilen, aslında kenarında köşesinde, içinde, hiçbir yerinde olmak istemediğim o savaş, hemen başladı.
Evdeki o gergin hava hemen bana hoşgeldin dedi, sımsıkı kucakladı beni.
Tahminimde yanılmadığımı yardımcı kadını gördüğümde anladım ve o, hiçbir şey demeden, sadece gözleriyle hafif gülümseyip, aceleyle ortalıktan kaybolurken, sahte kocamın kızkardeşi Esra, dış kapının açıldığı o geniş holün, tam ortasında yerini almış, kollarını göğüs hizasında birleştirmiş bana bakıyordu.
Hafifçe gülümsedim ve "merhaba," dediğimde, kızgın bakışlarıyla beni baştan aşağıya süzdü. Biliyordum, benden hoşlanmıyordu ve bunu açık açık göstermekten de hiç geri kalmıyordu. Cevap verme gereğinde bile bulunmadı.
Ben ise ayaklarımdan çıkardığım spor ayakkabılarımı, oyalanmadan fortmantonun büyük tek kapaklı bölümünü açıp içine koyma telaşındaydım. Bir anda onun sesini duydum.
"Sıranı bil! Önce abimin ayakkabılarını koyacaksın o dolaba ve seninkileri de en alta!"
Sert, hatta emir vererek söylenen bu sözlerde sıranı bil demek, aslında haddini bil demekti ve ben, donup kaldım elimde ayakkabılarımla.
Dönüp ona bakacağım sırada Alptekin kocam, elinde valizlerle girdi açık olan kapıdan içeri.
Açık kalan dolap kapağının önünde öylece elimde ayakkabılarımla kalan bana baktığında, ne yapacağımı bilememenin sancılı çaresizliğini yaşıyordum ve her ne kadar belli etmek istemesemde, ki yüksek ihtimal yüzüme yansımıştı ama ben yinede gülümsedim.
"Abi hoşgeldin," dediğini duyduğumuzda ikimizde dönüp Esra'ya baktık.
"Hoşgeldin değil Esra! hoşgeldiniz diyeceksin!"
Kocam Alptekin'in bu uyarısıyla buz gibi bir hava esti o holde.
Esra'nın öfkeli bakışları beni bulurken, adeta dudağının kenarıyla bize yeniden "hoşgeldiniz," dedi ve aynı anda abisi ekledi, daha doğrusu emretti.
"O bakışlarına da dikkat et! Anladıın?"
Sesindeki ima anlaşılmayacak gibi değildi.
Sıkıysa anlama!
Esra bakışlarını abisinden kaçırırken, Alptekin abi de ayakkabılarını çıkardı ve işte zurnanın gık dediği yerdeydim.
Ben, onunda ayakkabılarını almak için yeniden yere eğiliyordum ki sahte kocamın eli kolumu yakaladı.
"Ne yapıyorsun aşkım?" diye sorduğunda, omuz silktim ve, "ayakkabılarını alacaktım canım," dedim. Bana engel olurken, Esra'ya ters bir bakış attı.
"Benim elim kolum yok mu? Bırak lütfen, sen odamıza çık!" dedi bana ve tatlı tatlı gülümsedi.
Al işte... kaldım işte iki arada bir derede...uysal olup onu mu dinlemeliydim, yoksa daha ilk dakikalardan savaş tamtamlarını çalan Esra'yı mı dikkate alacaktım? Karar vermek çok zordu. Saniyelerin geçtiği ama bana sanki yıllardır sürüyormuş gibi geçen o zaman diliminde, gülümsedim bende.
"Benimde elime yapışmaz ya!" dedim ve kirpiğimin ucuyla göz kırptım ona.
Dinlemedim onu ve aldım ayakkabıları, dolabın içinde, en üst rafa bıraktım ve yanındaki boşluğa da kendi ayakkabılarımı koydum. Buda benim Esra'ya mesajımdı.
'Söz dinlerim ama benim yerim kocamın yanı.'
Dolabın kapağını kapatıp, döndüğümde Esra'nın bu mesajı aldığını gayet net görebiliyordum.
Hiçbir şey diyemedi ama o bakışlarıyla beni yedi bitirdi.
Umursamamaya çalışırken, kocamın hemen yanında, yerde duran valizimi almak istedim ama yine onun tarafından engellendim.
Hafif sıktığı dişlerinin arasından, "odamıza çık aşkım!" dediğinde gözlerinde belli belirsiz kızgınlık vardı ve benim bunu görmemem imkansızdı.
Bu kez söz dinledim. "Tamam," dedim ve ve hala o gözlerini dikmiş bize bakan Esra'nın, mecburen yanından geçerken bakışlarımız karşılaştı.
Ürktüm o bakışlardan. Saf nefret vardı o bakışlarda ve ben bunu hak edecek ne yaptığımı bilmiyordum... biliyordum aslında, sadece inanmak istemiyordum.
Merdiven basamaklarını ağır ağır çıkarken, dönüp bir an kocama baktım. O da montunu çıkarmış, dolabın içine asıyordu.
Odamıza girdiğimde derin bir nefes aldım. İlk dikkatimi çeken şey, o süslü, tül detaylı kocaman yatak örtüsü gitmiş, yerine belli ki uzun süre kullanılmış, deforme olmuş, eski model saten yatak örtüsü gelmişti.
'Sana verdiğimiz değer bu!' deniyordu bana.
Bir insanın değerini bir eşya ile mi ölçüyorlardı? Ne kadar saçma, ne kadar çocukça bir düşünceydi bu!
Gülümsedim... ben böyle şeylere hayatım boyunca takılmadım ki.
Üstümdeki montumu çıkarıp, camın önündeki tekli berjerin üstüne bıraktım ve ormanlık araziye gözler önüne seren camdan dışarı bakmaya başladım. Düşüncelere dalmıştım ve aslında ne düşündüğümü ben bile bilmiyordum.
Odamızın kapısı açıldığında dönüp baktım. Kocamdı gelen ve bana diktiği gözlerinde kızgınlık vardı. Birazdan anlayacaktım.
Bu kızgınlık kime yada neye idi?
Elindeki valizleri, yere bıraktı, kapıyı kapadı ve dönüp bana baktı.
"Yanıma gel!" dediğinde sesi çok sert çıktı. Korktum ama yine de yanına gittim. Tam karşısında durduğumda, gözleri gözlerimi talan etti. Yüzünü, yüzüme yaklaştırdı ve o diktiği gözlerini, gözlerimden hiç çekmeden, aldığı derin nefesin ardından,
"bir daha sözümü dinlemezsen, seni döverim!" dedi bir anda ve hemen ardından gülümsedi, koluma yapıştığı gibi tuttu sarıldı bana hep yaptığı gibi.
Şaşırdım ya! Gerçekten çok şaşırdım. Önce seni döverim diye tehtid ettiği bana, şimdi sımsıkı sarılıyordu.
Ben neyin içine düştüm ya? Anlamak çok zordu. Beni bıraktı ve bu defa yüzümü avuçlarının arasına aldı.
Hani bu adam bana hiç dokunmayacaktı? Böyle söylemişti ama anlayamadığım bir şekilde her fırsatta bana sarılıyor, elimi tutuyor yetmemiş birde öpmüştü beni ve sanki benim aklım karışmaya başlamıştı.
"Aşağıda sana beni dinlemediğin için çok kızgınım aslında ama sonra yaptığını görünce, işte benim akıllı deli kızım dedim. O ayakkabılarını benimkilerin yanına koyman çok iyi oldu. Sana ayakkabılarını en alta koy dedi o değil mi?" diye sorduğunda, gülümsedim.
Birazda Esra'nın taklitini yaparak, kaşlarımı çattım, dudaklarıma sert bir görüntü vererek, "bana dedi ki sıranı bil, önce abimin ayakkabıları üste koycan, en altada seninkileri! Hıııı... seni gidi seni! Haddini bil haddini," eklemesini de ben yaptım ve bunu anladı tabiki hala avuçlarının arasında yüzümü tutup, gözlerimin içine gülümseyerek bakan sahte kocam.
Yaptığım taklit çok hoşuna gitmiş olacak ki bastı kahkahayı ve yeniden sarıldı bana, hemde büyük bir keyifle sarıldı bana.
"Ya çok seviyorum seni deli kız! Buralar şenlenecek desene," dediğinde o keyifli hali, neşesi bana da bulaştı ve ben ilk kez başımı onun omuzuna yatırıp, ilk kez sarıldım ona. Gülümsüyordum.
Daha öncekilerde hep kollarım iki yanımda duruyordu ama şimdi onu böyle görünce, neşesini yüreğimde hissedince kendime engel olamadım, bende ona sarıldım ve birine sarılmak ne güzel bir hismiş. Unutmuştum bunu.. annemle bile birbirimize sarılmaz olmuştuk. Kendi kabuğumuza çekilmiştik o bizi esir alan hüznümüzle.
Bedenini benden ayırırken, sanki bunu hiç istemiyormuş gibi bir gölge geçti yüzünden.
Tuttu elimden beni ve camın önüne götürdü. Kolunu omuzuma sardığında eline bakıyordum ve beni çekti kendisine, bedenine dayadı. Tam karşımızda uzayıp giden, kendilerine ait o renk cümbüşü içindeki ormana bakıyorduk. Sessizdi, sessizdim. Hiç konuşmadan ağaçlara baktık bir süre. Ne düşünüyordu çok merak ediyordum ama soramıyordum tabiiki.
Uzayıp giden o huzurlu sessizliği o bozdu.
"Yarın işe seni ben götürürüm, eğer olurda bir aksilik çıkarsa bizim çocuklardan biri götürür," dedi ve ekledi.
"Artık tek başına öyle işe, alışverişe, annene gidip gelmek yok küçüğüm... bunu seni kısıtlamak için yapmıyorum, bizde böyle ve buna alışman gerekecek.. zaman içinde tek başınada çıkarsın ama şimdilik böyle. Şimşekleri hepten üstümüze çekmeyelim. Bakalım senin bu çalışma meselene kaç gün sabredecek babam?" dedi ve sustu.
"Neyse... göreceğiz işte birlikte. Ben babama bir bakayım.. bozulmuştur şimdi o, onu görmeden çıktım ya yukarı! O biçim bileniyodur aşağıda bana.. sen keyfine bak ve telefonun hep yanında olsun. Bazen evin içinde seni mesajla yönlendirebilirim ve unutma! Her şeyden haberim olacak, gizleme benden bir şey. Yoksa koruyamam seni," dedi ve şakağımdan öptükten sonra, ayrıldı benden. Çıktı, gitti odamızdan.
'Odamız ha!'
İç sesim, pis pis gülüyordu bana ve kızdım ona.
"Saçmalama ve kes sesini," dedim sanki karşımda biri varmış gibi. * * *
Aşağıda kelimenin tek anlamıyla kıyamet koptu. Tüm söylenenleri anlayamasamda duyabiliyordum. Babası tüm öfkesiyle bağırıyordu ve benim böyle şeylere hiç alışık olmayan korkmuş kalbim, zembereği bozulmuş bir saat gibiydi. Vuruşlarını saymam mümkün değildi. Aşağıdan yukarıya perde perde gelen, nerdeyse duvarları titreten o güçlü ses sadece Alptekin'in babasına ait sesti ve gerçekten çok öfkeliydi.
Dayanamadım işte dayanamadım. Odanın kapısını açıp, biraz aralık bıraktım. Artık daha net duyuyordum söylenenleri.
"Sen, sen nasıl olurda benim sözümü çiğnersin... nasıl olurda sana evlenme dediğim halde o yukardaki neyi düğü belirsiz kızla gizlice nikah kıyarsın, nasıl karşıma gelin diye getirirsin! Hemen boşayacaksın onu ve Hacer gelinle evleneceksin.. aleme rezil olmayalım diye yaptım ben o düğünü... gittin, yattın, kalktın o biçimsizle, hevesini aldın... şimdide kapıya koyacaksın!"
Uzayıp giden bir sessizlik oldu ve merdivenlerde koşarak çıkan ayak seslerini duyunca, araladığım kapıyı hemen kapadım.
Çok korkmuştum ve bir o kadarda kırıldı, acıdı yüreğim.
Benim ne olduğum, soyumda sopumda belliydi. Piç değildim ki ben. Şimdiye kadar flörtümde olmadı ki hiç benim. Tanımıyorlardı ki beni! Şimdi bu hakaretlerin niye muhatabı oluyordum ki?
Gözlerim dolmuştu ve kapı aniden açıldığında, aceleyle ellerimin tersiyle gözlerimi sildim ve dönüp baktığımda gelenin Esra olduğunu gördüm.
"Yaptığını beğendin mi? Baba oğulun arasına girdin!" dediği an, açık kalan kapıdan Alptekin abi girdi ve Esra'nın beni omuzuma vurarak geriye ittiğini gördü.
"Esraaaaaa!"
Öyle bir bağırdı ki ben yine aynı şeyi yaşadım ve bu defaki çok çok kötüydü. Bir an beynime oksijen gitmiyor gibi hissettim ve durduğum yerde sendeledim. Alptekin abi bunu fark ettiğinde hemen koşup, kolumdan yakaladı beni.
"İyi misin, betin benzin atmış senin?" dediğini duyuyordum ama cevap veremiyordum. Oturttu ben önce yatağa, sonra da uzanmama yardım etti.
"Hastalıklı birini bulmuşun abi, valla bravo sana!"
Esra'nın bu acımasız, dalga geçen sözlerini duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm.
Ben hasta değildim ki! Bunun tamamen anlık strese bağlı olduğunu biliyordum. Gitmiştim doktora bunu sık sık yaşayınca ve doktor ilaç vermeye gerek bile görmemişti.
Bu insanların dilleri niye bu kadar zehirliydi ki? Kalpleri neden bu kadar acımasızdı ki?
Hadi ben bir süre sonra zaten çekip gidecektim ama Alptekin abi öyle kapıyı çarpıp gidebilir miydi ki? ve fark ettim ki, asıl üzüldüğüm kendim değil, sahte kocamdı.
Esra, benim yanımda, yatağa oturup elimi tutan ve duyduklarıyla, dönüp kendisine bakıp, yanımdan bir hışımla kalkarak tam karşısında dikilen abisinden korkuyordu. Bunu görmesemde hissedebiliyordum ve kendimi zorlayarak yataktan kalkıp, o ikisinin arasına girdim.
"Lütfen! Yapmayın... ben hasta değilim Esra! Hasta olmadığımı çok iyi biliyorum," dedim.
Daha fazla açıklama yapmak, onun eline koz vermek demekti ve bu zevki ona tattırmayacaktım. Dönüp Alptekin abiye baktım. Elim, tam kalbinin üstündeydi ve nasıl hızlı attığını hissedebiliyordum.
"Alp, aşkım... büyütülecek bir şey değildi... kardeşin olarak, senin ve babanın adına endişelendi, kim olsa endişelenirdi.. lütfen sakinleş ve kapansın bu konu burda," dediğimde, kocam inanamayan gözlerle bana bakıyordu.
Ağzını açacak gibi olunca yanağına dokundum ve gözlerinin içine tüm saminiyetimle baktım. Resmen yalvarıyordum gözlerimle.
Derin bir nefes aldığını görünce bende tuttuğum soluğumu bıraktım.
"Peki, tamam," dedikten sonra, koyu mavilerimde asılı kalan gözleri Esra'ya kaydı, "ama bir daha olursa, gözünün yaşına bakmam Esra!" diye kardeşine parmak sallamaktan geri kalmadı ve çok şükür ki Esra da geri adım atmayı bildi.. bir an bana bakıp, "kusura bakma!" dediğinde artık gözlerime bakamıyordu ve daha fazla duramayarak odadan çıktı gitti.
Yalnız kaldık odada onunla. Biraz başım dönüyordu ama belli etmemeye çalışıyordum.
Beni kolumdan tuttu ve yeniden yatağa yatırmak istediğinde, "gerek yok, iyiyim ben," dedim. Daha iyi hisseder olmuştum ve o bir anda sordu.
"Az önce sana ne oldu, doğruyu söye bana?"
Anlattım artık, daha önce söylememiştim. Yaşadığım o şeyi öğrenince, aklındaki bir soru işareti de aydınlanmış oldu. Anlamıştı artık o kazada benim hiç suçum olmadığını ve bunu bildiğini bilmek benimde içimi rahatlatmıştı. Sanki omuzlarımdan bin ton yük kalkmıştı.
Üzüldüğünü görebiliyordum ama açıkçası benim bu ani donmalarım, az önce yaşanılanların yanında hiçbir şeydi.
Ben berjerde otururken, yere ayaklarının üstüne çöktü, ellerimi tuttu.
"Her şeyi duyduğunu biliyorum. Senin ne ve kim olduğunu, nasıl biri olduğunu ben biliyorum. Lütfen, duyduklarına takılıp kalma. Anlamışsındır artık, bizi zor bir süreç bekliyor ve az önceki sergilediğin o tavır, mükemmeldi ve biliyorsun, bu burda kalmayacak, artarak devam edecek.. eğer bir gün artık dayanamayacak hale gelirsen hemen söyle bana.. boşanırız, sorun çıkarmam hiç merak etme.. direnebildiğim kadar da direnirim yengemle evlenmemek için.. lütfen sağlığına dikkat et.. ve son olarak teşekkür ederim, yanımda olduğun, yanımda durduğun için küçüğüm!" dedi bana.
Ne diyebilirdim ki o anda? Her şeyin farkındaydım elbette ve aynı dediği gibi dayanabildiğim yere kadar dayanacaktım, fakat bu ne kadarlık bir zaman dilimine yayılacaktı işte onunla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. * * *
Bir anda soluksuz kaldığımı hissederek, korkuyla fırladım, doğruldum yattığım yerde ve benim bu ani kalkışım, yatağa ne zaman geldiğini bilemediğim sahte kocamıda uyandırdı.. açıkçası ne zaman uyuduğumu, uykunun o şevkatli kollarına ne zaman teslim oldum, onu bile bilmiyordum.
"İyi misin?" diye sorduğunda çoktan oda yatakta doğrulmuş, oturur pozisyona geçmişti. Avucunun içiyle alnıma dokundu.
"Terlemişsin, kabus muydu?"
Endişeyle sorduğu soruya, başımı çevirip ona baktığımda gözlerimi bir kez kırparak cevap verdim. Loş ışıkta bunu gördüğünden emindim.
Nasıl derdim ki gördüğüm kabus değildi, yine beni öpüyordun diye?
Başımı önüme eğince, tuttu beni geri yatağa yatırdı. Benimle temas halinde değildi. Uzak duruyordu ve açıkçası bunun için minnettardım.
Utanıyordum aynı anda ve ona bakamıyordum.
O uzanmamıştı. Yanımda, ama bana dokunmadan, hafif üzerime doğru eğilmişti ve sağ dirseğinden destek alarak öylece duruyordu.
"Üzgünüm sana bunları yaşattığım için Birce. Galiba böyle bir oyuna kalkışmakla aptallık ettim ben ya.. bugün yaşadıklarının sonucu bu. Senin gibi insanlar hassas olurlar ve kolay etkilenirler.. bunu düşünmeliydim. Biz, en iyisimi birkaç ay sonra boşanalım küçüğüm. Zarar görüyorsun.. buna hakkım yok benim," dedi.
Pişmandı, hemde fazlasıyla pişmandı. Bunu yüzündeki o hüzünden, gözlerindeki o hayal kırıklığından görebiliyordum.
Evet, aynı zamanda hayal kırıklığı da yaşıyordu... galiba ben onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Aslında ne kadar güçlü olduğumu bilmiyordu. Tamamen bugün yaşadıklarımızla bağlantı kurmuştu ve ben hiçbir şey diyemedim.
"Yanılıyorsun, sandığından çok daha güçlüyüm ama keşke beni öpmeseydin, bana yasak olan o dudaklarınla beni tanıştırmasaydın, aklımı karıştırmasaydın," diyemedim.
Çaresizce sessizliğe sığındım.
Kolu gücünü yitirmeye başlamış olacaktıki uzandı yanıma ve başı hala bana dönükken, bende ona döndüm. Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu ama yine de baktım, bakmak istiyordum işte.
İlk kez yüzünü inceliyordum.
Loş ışıkta öyle yakışıklıydı ki.
O kavisli, biraz kalın simsiyah kaşları, koyu kahvelerini tamamlamak, o gözlerini daha da güzel, daha da çekici kılmak için yaratılmıştı adeta ve o kirpikleri deniz dalgasıydı sanki.. öyle hoş, öyle kıvrık, öyle uzunlardı ki bir an onları, o çok büyük, tsunami dalgalarına benzettim.
Yüzünün ortasında yerini seven burnu, bir erkek için fazla düzgün, fazla küçüktü ve beni öpüşmeyle tanıştıran o dudakları kıvrımlıydı, dolgundu.
Yüz hatları biraz sert olmakla beraber, çok hafif köşeliydi. Yanaklarını gizleyen o bir günlük sakal, onu daha da çekici kılıyordu ve o çok derin bakan gözleri, kahvenin en tatlı tonuydu.. siyaha yakın, ama siyahta değildi ve iriceydi.
Elimi yanağımın altına koydum, elini yanağının altına koydu oda ve gülümsedi bana.. gülümsedim ona.
Serbest kalan sol elinin parmaklarını gözümle takip ediyordum. Kâhküllerimle oyuyordu ve bakışları onlardan gözlerime kaydı.
İç çekerken, gözlerini kırpıştırdı.
"Sen niye bu kadar tatlısın?" diye sorduğunda karın boşluğuma bir şey oldu. Sanki içime çöktü gibi hissettim ve aynı anda fısıldayan kendi sesimi duydum. Şaşkındım.
"Öyle miyim?"
Bunu sorduğuma inanamıyordum.
Utandım, hemde çok pis utandım.
Gözlerimi kaçırdım.
"Öylesin... hem de çook tatlısın... özleyeceğim seni!" dediğini duyduğumda, bu kez mideme yumruk yemiş gibi oldum ve nefesimi tuttum.
Ne oluyordu ki bana böyle?
"Sakın insanlara çok güvenme, özellikle de erkeklere. Umarım deli kız, seni gerçekten sevecek, koruyacak, sahiplenip saygı duyacak biriyle karşılaşırsın ve umarım o biri her kimse seni hiç üzmez. İnsanın seni pamuklara sarıp, saklayası geliyor," dedi.
Yüreğimi hüzün bastı bir anda. Anlayamıyordum. Bana ne oluyordu böyle?
Ağlamak geliyordu içimden. Diyemedim yine bir şey. Eğer biraz daha yüzüne ve yüzündeki o hüzne bakacak olsaydım, ağlayacaktım.
"İyi geceler," dedim zar zor.
Bir yumru düşerken boğazıma ve nefesimi tıkarken, yavaşça sırtımı ona döndüm, yumuşak yastıktan düşen başımı pikenin altına sakladım. Ağlıyordum işte ama niye ağladığımı bilmiyordum.
Bir anda boynumun altından geçen kolunu hissettim. Beni kendine çekerken, sadece göğsü sırtıma dokunuyordu.
Boynumun altından geçen kolu, göğsümün biraz üstünden, sol omuzumu tuttu ve orda kaldı. Diğer eliylede midemin üzerinden tuttu beni ve daha çok yanaştı bana. Bedenlerimiz tamamen temas ederken, nefes almayı unuttum. Yüzünü açık olan saçlarımın içine gömdü.
Sıcak nefesi ensemde usul usul izlerini bırakıyordu ve ben tüm hücrelerimle, tüm atomlarımla ürperdim.
Ne kadar süre böyle kaldık bilmiyordum ama o usulca enseme dokunan soluğunu alıp vermesinden uyuduğunu anlamıştım ve benim gözlerimde uyku adına hiçbir şey yoktu.
Sadece deli gibi çarpan kalbimin ve onun düzenli soluklarının uslu sesini duyuyordum.
Fısıldadığını duydum bir anda.
"Kimse dokunmasın sana deli kız!" * * * * *