Ben hayatımda böyle koşuşturmaca görmedim. Gece o yorgunlukla, bir süre sonra resmen sızmışım. Sabah uyandığımda, başımı çevirip yana baktığımda abim, Alptekin yoktu. Yine duşa girmişti anlaşılan. Ebeveyn banyosunun, kapısı, kapalı olmasına rağmen akan güçlü suyun sesini duyabiliyordum.
Üstümdeki yarım açık kalan kalın pikeden sıyrılıp, fırladım hemen yataktan. Deli gibi koşturup, yatağın çarşafını kaldırdım. Hemen yeni bir nevresim takımını yatağa serdim.. üstüne yatak örtüsünü örtüp, o saçma sapan dört yastığını koydum. İki yana kayan camın tekini açtım.
Kasım ayının tatlı ılık havası doluştu içeri. Son günleriydi artık pastırma sıcaklarının.
Yatağın, sağ baş ucundaki komodinin içine bıraktığım ve kapadığım telefonumu aldım, açtım. Son aramamda annem vardı. Arasam mı diye düşündüm ama utandım birden. Bilmiyordu ki bu evliliğin anlaşmalı olduğunu. Bir yalan uydurmuştuk. Basitinden, en inanılır olanından.
İş yerime gelen bir müşteriymiş, beni çok beğenmiş.. akıllıymışım, hanım hanımcıkmışım.. benden ala tanışılacak kız mı varmış.. tanışmışız, bir iki çıkmışız.. derdi evlenmekmiş, ciddiymiş niyeti, ehh anlaşmışızda.. niye olmasınmış ki?
Sevgi zamanla gelirmiş...
Öyle anlattım, anlattık anneme. Oda buna sevindi az biraz şüphelensede.. aynı yalan, Alptekin abinin ailesinede söylendi ama işte onlar, benim annem gibi saf değillerki.
Alptekin'in kız kardeşi Esra, hemen huylandı. Klasik işte, "benim abisinin parasında gözüm olduğunu, fakirlikten kurtuluş bileti olarak abisini gördüğümü," söyledi daha ikinci bir araya gelmemizde.
Bu kısmen doğruydu. Alptekin abi, o gün beni evime bırakırken Üsküdar'a, yolda önce bana bir dünya soru sordu ve bende yalansız, gerçek neyse cevapladım sorularını bir bir ve sonra kısaca anlattı kendi durumu, "yardım et bana, bende her istediğini yaparım.. biraz zaman geçsin, annene bir ev alırız, dayar döşeriz, birde düzenli maaş gibi bankaya onun adına para yatırırız, yaşar gider işte... merak etme, boşandıktan sonrada çekmem elimi sizden," demişti.
Ev alma bölümünü kesinlikle red ettim. Ben çalışıyordum zaten, kirayı da ödüyordum. Annem çalışmasın yeterdi. Para verme meselesine gelince de, "nolur nolmaz, hesap açmayalım bankada, ben parayı elden veririm anneme, öyle çok değil, ayı rahat geçirsin yeter," dedim ona.
Anlamıştı, derdim onu yolmak değildi. Sadece annemdi ve bunun için o teklifi kabul ettiğimin farkındaydı, eh tabii birde can borcu.. oda ayrı bir takıldığım konuydu. Kimseye borçlu kalmayız ki biz, hele de can konusunda.
Allah korusun!
İlk birkaç gün olur mu olmaz mı diye çok düşündüm.
İyi birine de benziyordu ve üstelik hala deli gibi karısını seviyordu. Onu çok özlüyordu. Hayatında bir başkasını da istemiyordu. Bunu görmek, anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu.
O her Cuma, hatta bazen hafta da iki üç gün ziyaretlerine devam ediyordu ve benimle de cumartesileri buluşuyor, birlikte gidiyorduk mezarlığa.
O beni kardeşimle, babamla, bende onu karısıyla, bebeği ile yalnız bırakıyordum.
"Kolay değilmiş, yirmi beşinde evlenip, otuzunda dul kalmak ve üç yıldır ailesine direniyormuş. Ama artık, sabır taşı çatlamak üzereymiş ve işte kader mi artık ne dersem diyeymişim, benimle o kazayı yaşayınca ve sonrasında yine benimle aynı yerde karşılaşınca bir ampul yanmış beyninde.." böyle söylemişti bana büyük bir heyecanla.
Ben şimdi, alel acele hazırladığım, küçük valize bakarken, tüm bu süresi düşünüyor, düşünürken de yeniden yaşıyordum.
Banyodan, elindeki baş havlusu ile saçlarını kurulayarak üzerinde gri bornozuyla çıkınca ve odaya adımladığında, bir anda benim varlığımı fark etti. Yüzünde sanki beni unutmuşta görünce aklına gelmişim gibi şaşkın, sonrasında utanır gibi bir ifade oluştu.
Bende utandım ve hemen arkamı döndüm.
"Günaydın, uyusaydın biraz daha," dediğinde, döndüm ona bakmadan, hala açık olan camı ittirdim ve kapadım.
Yeterince içersi hava almıştı. Kaçamak bakışlar attığımda, "Günaydın, yeterli bu kadar uyumak," dedim ve onun yatağa baktığını gördüm.
"Çarşaf nerde?" diye sorduğunda, katlayıp valize kaldırdığım çarşafı, yine valizimin içinden çıkardım, ona gösterdim.
"Burda, ne yapacağımı bilemedim, bende yanıma aldım," diyince güldü ilk kez.
"Delil bırakmayalım diyosun!" dedi ve ben, hem utandım, hemde güldüm.
"Tamam, ben hallederim, sıkma sen canını," dedi.
Artık nasıl halledecekse?!..
Hala pijamalarım üstümdeydi. Bana bakıyordu biraz utanmış.
"Gir bir duş al istersen sende.. bende kendi valizimi hazırlarım bu arada,"' dediğinde atladım hemen garip bir heyecanla.
"Ben hazırladım bile," diyince şaşkınlıkla kaşları havalandı ve ben, birazda korkarak, "abi!" diye ekledim son olarak.
Gülümsedi.
Ohhh!
Çaktırmadan derin bir nefes aldım.
"Gerek yoktu, ben hallederdim ama yine de teşekkür ederim," dedi.
Minnettarmış gibi baktı yüzüme.
"Rica ederim, kapamadım valizin ağzını, olur ya belki eklemek çıkarmak istediğin bir şeyler olur diye," dediğimde, gülümsedi yine.
"Alıştırma beni böyle şeylere... sonra hep isterim, beklerim bak," dedi takılırcasına bana ve gülümsedi yine.
O hüznün yer edindiği yüzünün, koyu kahve gözlerinin gülümsediğini görmek iyi hissettiriyordu. İnsanda bir işe yaramışlık hissini uyandırıyordu yada ben öyle hissediyordum, bilmiyorum.
Demedim bir şey tabii.
Ne denir ki buna şimdi?
Ben duşa, o ise beyaz, kapakları olmayan, led ışıkları yanan, giyinme odasına girdi.
Çabuk çabuk duşumu aldım, bornozla ve baş havlusuyla banyoda kurulandım ve duşa girmeden önce yanıma aldığım siyah iç çamaşırlarımı, yine siyah dar kotumu, üzerine de elbette siyah ve önünde palmiye resmi baskılı swetşörtümü giyindim. Renk takıntım vardı.. ya hep ya hiç işte.
Açık kumral hafif dalgalı saçlarımı fön makinasıyla kuruttum biraz. Hiç sevmezdim bu fön makinalarını, insanın saçını kurutuyordu.
Hemen, salaş bir topuz yaptım hafif nemli saçlarımı. Makyaj yapmadım.
Sabahın köründe ne gerek vardı?
Dişlerimi de yeni diş fırçamla fırçaladığımda artık hazırdım ve çıktım nihayet biraz ısınmış bembeyaz banyodan.
Odaya girdiğimde Alptekin abininde giyinmiş olduğunu gördüm. Oda tercihini siyahlardan yana kullanmıştı ve şaşırarak bana baktı.
"İkiz kardeş gibi olmuşuz, desene.." dedi ve gülümsedi.
"Hazırsan hadi çıkalım," diye ekledi hemrn ardından yine ciddileşerek ve ben hemen valizimi almak için hamle yaptığımda, oda harekete geçmişti, ellerimiz çarpıştı.
Ben elimi hızla geri çekerken, o valizin tuttuğu kulplarını bırakmadı. Kendi valizinide aynı eline aldı.
"Olmaz şimdi ben varken sana taşıttırmak," dedi hemen.
Alışık değilimki ben böyle şeylere. Her işimi kendim hallederdim..
"Merdivenlerin ortasında veririm sana.. malum, bizimkiler tam tekmil bekliyolardır, görmesinler benim elimde.. anlarsın umarım," dediğinde anlamıştım tabi.
"Ha birde arkamdan gelirsen sevinirim, genelde biraz arkamda biraz yanımda dur.. laf eder, canını sıkarlar şimdi senin," diye ekledi ve belli ki bu durumdan nefret ediyordu, yine belliydi ki tecrübeyle sabitti.
Ara ara buluştuğumuz zamanlarda anlatmıştı çoğu şeyi.
Aşiret falan değillerdi, hayır! Ama işte yazılı olmayan kuralları vardı adı töre, adı kültür dedikleri.
Uysan bir türlü, uymasan bir türlü..
mecbur yerine getirecektik tüm o sessiz kuralları odadan çıkarken.
Aşağı kata inen, kıvrımlı, kırmızı halı kaplı merdivenlerin ahşap, oymalı beyaz boyalı trabzanlarına tutunarak, hemen Alptekin abinin ardından basamak basamak inerken, dizlerim titriyordu ve basamakların ortasına geldiğimizde, valizimi bana verdi.
Mahçuptu, hatta eziliyordu karşımda.
"Çok ağır değil abi," diye fısıldağımda bana baktı.
Keşke öyle demeseydin be Birce? Daha çok utandırdın adamı!
Bir an gözlerimin içine derin bir ifadeyle baktı ve bir hışımla geri aldı benden valizi.
Kızdı mı ya? Ama ben o huzursuz olmasın diye öyle söylemiştim! Tüh ya!
"Düş önüme!" diye emretti bir anda! Sesi çok sertti.
Neye uğradığımı şaşırdım. Hala şaşkın yüzüne bakıyordum.
"Hadiiii!" diye uzattı sinirlice ve biraz sabırsızca.
İki basamak arkasındaydım ve hızlıca ineyim derken, bir anda dengemi yitirdim. Az daha merdivenlerin dibini boyluyordum ama o kurtardı beni.
Kolumdan yakalamasıyla kendisine doğru hızla çekti beni ve belime sarıldı bıraktığı valizleri tutan eliyle.
"Çok, çok özür dilerim," dedim telaşla.
Gözleri, gözlerimde gitti geldi.
"Bir şey oldu mu ayağına, bileğine?" diye sorduğunda öfkeli öfkeli, başımı hızlıca iki yanıma salladım.
"Yok," dedim ama aslında sol ayak bileğim biraz incinmişti. Yine de sesimi çıkarmadım.
Beni serbest bırakırken eğildi, basamağa bıraktığı valizlerimizi kulplarından tuttu yine ve boşta olan eliyle de elimi yakaladı, parmaklarını, parmaklarımın arasından geçirdi.
Ben şoktaydım. Şaşkın bakışlarım ellerimizi buldu. İlk kez elimi tutuyordu ve bir an sonra resmen ağzım açık, başımı kaldırıp ona baktım.
Donup kaldım olduğum yerde.
"Hadiii!" dedi tekrar biraz sertçe ve beni basamaklardan aşağıya kadar yanında yürüttü.
Ailesi, yemek salonunda kahvaltı için masada yerini almıştı bile ve biz kapıda belirince, hepsi dönüp bize baktı.
Ah o bakışlar, tamda insanı parçalarına ayıracak güçteydi.
Ürperdim.
Alptekin abi, hala elimi tutuyordu ve bırakmaya hiç niyeti yokmuş gibi sıkmaya başladı. Bunu niye yapıyordu anlamış değildim.
Çok heyecanlıydım ve ödüp kopuyordu. Hala anlamaya çabalıyordum.
Sanki bir baş kaldırıştı, sanki yeter artık demekti, sanki tabuları yıkmaktı bu yaptığı ve bunu benimle yapıyordu.
"Hayırlı sabahlar cümleten," dediğinde sesi çok sert çıktı. Ben bir an ona baktım ve o anda o da dönüp bana baktı. Kendinden son derece emin bir ifadeyle gülümsüyordu bana.
Ne yapmaya çalışıyorsun sen abi ya?
"Biz gidiyoruz, geç kaldık.. kahvaltıya kalamayacağız," dediğinde, babası başını sağa sola sallarken, resmen homurdanıyordu.
Kızmıştı, besbelliydi ve o kızgın bakışları beni bulduğunda ne yapacağımı bilemedim.
Hala elimi tutan Alptekin abi, ağzının içinden, "sakın başını önüne eğme, dik dur!" dediğini son anda duydum ve tam da tıpkı söylediği gibi önüme bakacakken, kalakaldım öyle.
"Eski köye yeni adet mi çıkarıyorsun Tekin?"
Babasının o gür sesi tüm salonda yankılandı ve ben bunu duyduğum an irkildim. Parmaklarımın arasındaki parmaklar, daha da sıkı asıldı parmaklarıma.
Resmen kenetlendi ellerimiz.
"Hayır baba! Geciktik, havaalanına yetişeceğiz. Size afiyet olsun! Hoşçakalın," demesiyle beni biraz daha kendisine yaklaştırdı ve adeta fısıltıyla yine, "hadi!" dedi ve birlikte ağır, çift tarafa açılan mobilya kapıya yöneldik birlikte.
İkimizde kapının yan tarafındaki beyaz gömme fortmantodan montlarımızı aldık, çabucak spor ayakkabılarımızı giyindik ve adeta nefes alabilmek için kendimizi dışarı attık.
Hiç oyalanmadan, kapalı garaj olmasına rağmen, dışarda, bahçede park halindeki o siyah jeepe doğru koşar adım ilerlemeye başladık ve tüm bu süreç boyunca sadece üstümü, ayakkabılarımı giyinirken bıraktığı elimi yeniden tuttu ve hiç bırakmadı.
Beni yanına oturttu ve yine emniyet kemerimi taktı, sanki bunu ben beceremezmişim gibi. Alışmıştım bu tavrına aslında ama yine de bir yerde tuhaf geliyordu, her zaman ki gibi ses etmedim.
"Az önce ne oldu öyle?"
Sorduğum bu ani soru karşısında, henüz oturduğu sürücü koltuğunda dönüp, bana baktı.
"Aydınlanma yaşadım diyelim, senide, benide ezmelerine izin vermeyeceğim... baştan tavrımı koyacağım, bunun içinde böyle davranmam gerekti.. anlayacağın, soğuk savaş başladı. Her şeyden, ama her şeyden haberdar edeceksin beni. Kim sana ne söyledi, ne yaptı hepsini bileceğim.. madem ki beni büyük bir dertten kurtardın, bende bu kadarını borçluyum sana ve unutma, onların yanında çok mutlu bir çift gibi davranacağız..anladın mı?"
Başımı yine hızlıca öne doğru salladım. Gülümsedi ve döndü eve, o büyük, azametli hiçbir gücün onu yıkmaya cesareti yokmuş gibi duran eve baktı sıkıntıyla.
Ev değildiki orası, ikimizinde hapisanesiydi aslında. Bunu anlamaya başlamıştım ve biz, o evden can havliyle kaçar gibi çıkmıştık. * * * * *