Mutfaktaki beyaz adanın üstünde duran sürahiye biraz soğuk su karıştırıp, dolaptan aldığım büyük su bardağına istediği gibi suyunu doldurup yengemin yanına döndüğümde, ikinci sigarasını yaktığını gördüm.
Ve az önce söyledikleri kafamı karıştırmıştı. Beni yakacakmış önce. Öyle dedi, yalnış duymadım ya!
Bardağı ona uzatırken, gülümsedi bana ama sanki bir kararsızlıkta yaşadığını gösteren bir gölge kapladı gözlerime diktiği o çok halsiz ela gözlerini.
Hala ayakta dikilen bana, eliyle koltuğu işaret etti.
"Otur Tekom otur," dedi ve derin bir iç çekti. Çok üzgün ama aynı anda da kızgındı ve bu kızgınlık, aileme mi, hayata mı anlayamıyordum o anda.
Oturdum hemen yan tarafında aramızda tek bir uzun ayaklı sehbanın olduğu, ona doğru dönük duran tekli koltuğa.
İçimden bir ses, 'nasıl yakacak ki beni ve hem beni niye yakmak istiyor?' diye soruyordu.
Titreyen o ince, kemikli parmaklarının arasında tuttuğu sigaradan çok uzun ve çok derin bir nefes çekti yine. Dönüp bana baktı. Karar vermeye çalışıyordu, bunu çok rahat görebiliyordum hem yüzünde hemde gözlerinde.
Başını yere eğdi, gözlerini bir noktaya dikti ve artık bitmek üzere olan sigarasından son bir nefes daha çekti. Başını bana çevirip baktı bir an ve sonra, hemen aramızdaki sehbanın müdavimi küllükte resmen birinin başını ezer gibi hırsla izmariti söndürdü.
"Ben konuşacağım, anlatacağım ve sen sadece dinleyeceksin.. sonra sorularını sorarsın, anlaştık mı?" dediğinde dakikalardır beni ele geçiren merakımı daha çok kamçıladı.
"Peki yenge," dedim ister istemez. Benim küçüğümde olsa sonuçta abimin karısı, onun emanetiydi. Elbette sözünden dışarı çıkamazdım.. hem sevgim hem de saygım çok büyüktü ona.
"Bak evlat... ben seni bilirim. Sen bu ailede kocamdan sonra en sevdiğim, en saygı duyduğumsun ve bu güne kadar, bana en ufak bir yanlışını, bir terbiyesizliğini görmedim, duymadım ama şunu bilki bize, ikimize terbiyesizliğin, edepsizliğin, ahlaksızlığın en büyüğünü şimdi ailen yapıyor," dedi ve sustu bir an. Bu kadar konuşmak bile gördüğüm kadarıyla onu yoruyordu. Hiç ses etmedim, sadece yüzüne dikkatle bakıyordum.
Derin bir iç çekişin ardından yine söze başladı ve ben, ne söyleyeceğini çok merak ediyordum.
"Ama evlat, aslında sanada banada ahlaksızlığın en görülmemişini senin o mezhebi çok geniş abinle, yine senin koynunda beslediğin o yılan karın yaptı.. Bak söyle ailene, beni seninle evlendirmesinler, benim mezhebim abininki ve senin karın olacak o yılanınki kadar geniş değil Tekin," dedi bana.
O nasıl laftı öyle hiçbir şey anlayamıyordum. Şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum ve, "sen ne diyorsun yenge.. ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?" diye hemen atladım lafa, o sözlerinin üstüne azarlar gibi onu. Söz verdşğim gibi sessiz kalamadım.
Kim sessiz kalabilirdi ki böyle bir suçlamaya?
Gülümsedi acı acı.. 'ben biliyordum, susamayacağını biliyordum,' der gibi baktı kısa bir an şaşkınlık, hatta kızgınlıkla bakan koyu kahvelerime.
"Duyuyorum Tekin, duyuyorum ve ben ne söylediğimi çok ama çok iyi biliyorum. Benim kulaklarımın neleri duyduğunu, bu gözlerin neleri gördüğünü eğer sende bilseydin, şimdiye ya mezarda, yada müebbeti yemiş, kodeste çürüyor olurdun. Bugüne kadar sustum, sineye çektim, ha bitti ha bitecek diye bekledim ama artık yeter, söyle o ailene bana baskı yapmasınlar yoksa kendimi de yakarım, herkesi hepinizi de yakarım.. hepsi biliyor üstelik ama işte kan çıkacak diye sustular. Nasıl bir pisliğin içinde yaşıyordun, senin haberin yoktu be Tekin!," dediğinde ciddi anlamda afalladım.
'Neden söz ediyor ki bu kadın, ne anlatmaya çalışıyor bana ya... tüm bunlar ne demek?'
Söylediklerini anlamaya çalışırken, sinirlerimin bir yay gibi gerildiğini hissediyordum ve patladım sonunda.
"Yenge Allah aşkına, bilmece gibi konuşma benimle ya! ne diyeceksen dümdüz söyle işte," dediğimde sıkıntıyla, başını önüne eğdi bir suçlu gibi ve sonra başını kaldırıp yüzüme baktığında o gözlerinde gördüğüm acı, nefret, öfke hiçbir şeye benzemiyordu.
"Senin karınla benim kocam sevgiliydiler, hatta daha da fazlasıydılar. Açıkçası o çocuğun senden olup olmadığı konusunda bile şüpheliyim Tekin!" dedi bir anda.
Neye uğradığımı şaşırdım. Silahı tutup beynime sıksaydı daha iyiydi, dondum kaldım bir an ve sanki o oturduğum koltuk dikenli tel oldu battı bana.
Bir anda ayağa fırladım. İnanamayan gözlerle yengeme bakıyordum. Çıldırmamak işten değildi. Neler saçmalıyordu böyle ve iki ölmüş insanı nasıl böyle suçlardı, onlara böylesi çirkin bir iftirayı hangi cüretle atardı?
Düşündükçe delirecek gibi oluyordum ve o, oturduğu koltukta artık beni acıyan bakışların hakim olduğu gözleriyle izliyordu.
"Biliyorum şu an bana inanmıyorsun ama bir düşün Teko! Ben niye böyle bir şey gelip söyleyeyim sana? Bana başka şans bırakmadılar...sen benim ne çektiğimi biliyor musun ha? Ben bu gerçekleri bilip nasıl sineye çektim hiç tahmin edebiliyor musun? Bu iğrençliğin ortasında nasıl nefes alabildim? Çok ama çok zordu Teko, çok zordu. İnan bana çok zordu," dedi ve sustu. Ağlıyordu, perişandı ve resmen karşımda çökmüştü.
Salonun ortasında deli gibi dolaşıyordum. Ellerim medet umar gibi saçlarımın arasında ne yaptığını bilmez bir şekilde dolaşıyordu. Kalbimin atışları değişmişti. Sanki nefes alamıyordum. Üstüme üstüme gelen o koca evin içinde, ipini koparmışçasına dolaşıp, duruyordum.
Gittim bir anda yerime oturdum ve ona doğru eğildim. Kendimi patlamak üzere olan bir bomba gibi hissediyordum. Söyledikleriyle beni pimini çektiği bir el boması haline getirmişti.
"Yenge... sen ne söylediğinin farkında mısın, delirtme beni ya delirtmee!" diye tüm öfkemle bağırırken, yeniden yerimden fırladım. Yerimde duramıyordum ya, duramıyorum. Aklımı kaçıracaktım sanki.İnanılır gibi değildi.
"Ben nasıl inanayım buna ya nasıl inanayım? Mümkün değil yenge, yapmaz abim öyle bir şey bana ya yapmaz, yapmaz benim karım böyle bir kahbeliği... yapmadılar ya yapmadılar!"
Yengem, benim çıldırmış halimin karşısında çok sakindi, sessizdi ve sadece yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Bu nasıl olurdu ya, ne zaman olmuştu ve ben nasıl bir şey, hiçbir şey hissetmemiştim ya!
Yok, hayır! Mümkün değildi.. yapmamışlardır öyle bir şey ya! Yengem kesinlikle yanılıyor olmalı ya! Yanlış görmüştür, yanlış duymuştur.... tabii canım, kesin öyle olmuştur... öyle olmalııı!
"İnanmam ben buna yenge! Hayatta inanmam... bak günahtır, haramdır yalan konuşmak, iftira atmak... onlar hak dünyasındalar, biz yalan dünyadayız yengee! Olmaz öyle şey yenge, olmaz ya! Bak ben seninle hayatta evlenmem, biliyorsun.. eğer sırf bunun için böyle bir şey uydurduysan, yapma... kıyma bana... yapmazdı benim abim öyle bir kalleşlik bana ya yapmazdı... Nilayımda yapmazdı yenge... yalan söyledim de ne olur... vallahi söz, aramızda kalacak, tövbe et... kimseye de duyurma bunu.. bende unuturum. Tamam mı yenge... ha yenge! Yalan dimi tüm bu söylediklerin?"
Ağlıyordum, oda ağlıyordu... deli gibi ağlıyordum hemde... yengem hala suskun, hala başı önünde, ağlıyor hemde tüm bedeni sarsılarak ağlıyor karşımda...
İnanmak istemiyorum ben bu duyduklarıma ya, istemiyorum. Kalbim, bütün benliğim, aklım bunların hepsine şiddetle karşı çıkıyordu, doğruluğuna inanmak istemiyordu.
Çöktüm kaldım yere.. dizlerimin üstüne yığıldım kaldım.. nefes alamıyordum, ciğerlerim acıyordu.. kalbime sanki iğneler batıyordu üst üste..
Yengeme baktım... nasılda harap, nasılda bitikti.. yok! Yalan söylemiyordu ve o tüm bunları uzun zamandır biliyormuş... susmuş ya susmuş... 'nasıl susabildin yenge ya nasıl?'
Düşünüyordum... Nilay'ı düşünüyordum, evliliğimizi düşünüyordum, her şey gözlerimin önünde akıp gidiyordu ve ben bu kadar aptal olmayı nasıl başarabilmişim ki?
İlk üç yıl boyunca çok muyluyduk, yani çok mutluyduk derken, ben öyle sanıyordum en azından. Bir şeyler olduğunu hisediyordum ama ilk zamanlar ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum. Nilay değişmese de eskisi gibi değildi. Genelde zihni hep çok açıktı, çok dikkatliydi, bir gördüğünü yada duyduğunu kolay kolay unutmazdı ama son zamanlarda bazen ona birşey anlattığımda yada bir şey söylediğimde beni dinlediğini ama aslında o ruhunun başka alemlerde gezindiğini hissediyorum. Aklı, ruhu başka yerdeydi. Bunaldı mı diye düşündüğüm çok oluyordu. Bazen işler çok yoğunlaşıyordu, aksilikler çıkıyordu, sevkiyatlarda problem yaşıyorduk ve benim onu azda olsa ihmal ettiğim oluyordu ama mutlaka telafi ediyordum ve işin ilginç tarafı bundan hiç şikayet etmiyordu.
"Bende çalışıyorum aşkım ve iş hayatının ne olduğunu çok iyi biliyorum. Eh birde sizin gibi uluslar arası ticaret yapılıyorsa çıkan sorunlarda o denli büyük olur, derdi. Destek olurdu hep bana.
Abimse, benim dağımdı ya, arkamda dimdik duran, sarsılmaz, önüne geçilmez, şu hayatta belki de karımdan daha çok güvendiğim tek insandı, abimdi ya abimdi benim.
Görünüşte bir buzdağından farklı değildi ama sıcak, çok sıcak kanlı bir adamdı. Güvenilirdi ya her konuda çok güvenilir bir adamdı. Kimseye yanlış yapmazken, bize sevdiklerine hele de bana hayatta yanlış yapmazdı ya.
Ne zaman bunlar bir araya geldiler ki, ne zaman yakınlaştılar? Ne demek ya o çocuk senden mi değil mi şüphelerim var demek?
Hiç mi utanmadılar, hiç mi sıkılmadılar ve hiç mi vicdanları sızlamadı ya?
Delireceğim Allahım ya... delireceğim!
Bu, bu çekilir dert değil ki, katlanılır şey değil ki.... insan böyle bir iğrençliği bilipte nasıl yaşar ki? Onlar öldüler, kurtuldular...peki ya ben? Ben ne yapacağım şimdi? Bu kadın nasıl dayandı buna ya... nasıl?
Yok ya... mutlaka yanılıyordur ya? Yanlış anlamıştır...
yutkundum nefes almak ister gibi.. susmak istiyordum, gözyaşlarım beni terk etsin istiyordum ama inadına ya inadına yüzüme kapadığımın avuçlarımı ıslatıyorlardı.
"Bütün şu an yaşadıklarını bende yaşadım Tekom.. bende yaşadım... bekledim, vazgeçerler, utanırlar, sıkılırlar, bitirirler sandım bir süre sonra... hep bekledim ama bitirmediler.. Allah'tan korkmayan, utanmayan kuldan mı utanır, korkar, sıkılırdı? Taa ki senin karının ölümüne kadar devam etti bu ve sonrasını biliyorsun işte... abinde gitti o kazada.. bebeğimide kaybettim.. bana bu saatten sonra yaşamak haram zaten. Biliyorsun, gitmek istedim ailemin yanına ama bırakmadı seninkiler.. 'bu eve gelinliğinle geldin, kefeninle çıkarsın ancak,' dediler.. bu zamanda böyle saçmalık.. bana yaptıklarını biliyorsun.. evimi, yuvamı dağıttılar... tıktılar beni o koca odaya.. 'evinde, yuvanda bu oda,' dediler...illede seninle evlendirecekler beni.. söyle onlara... söyle bak.. cümle aleme yayarım bu pisliği, elimde resimler, görüntüler, yazışmaların ekran resimleri var... Allah belamı versin yayarım ortalığa, giderim o televizyonlara, kadın programlarına çıkarım, anlatırım her şeyi birbir... anlatırım.. insan içine çıkamaz hale gelirler.. tabii... sende.. yaptırmasınlar bana bunları," dedi ve sustu.
Yüzümü kapayan ellerimi indirip, inanamayan gözlerle ona baktım. Artık şüphemde kalmamıştı, sığınacak dalımda.. boşuna anlatmıyordu bana bunları, uydurmuyordu, kanıtı da varmış meğer elinde.. görmek istiyor muyum peki ben onları... hayır ya! Bu kadarını kaldıramam ki ben, kaldıramam artık... ama görmeliyim, bakmalıyım ki nasıl bir yalanı yaşamışım, nasıl bir oyun kurmuşlar bana evlilik diye bileneyim onlara, onlardan daha çok nefret edeyim... kinim geçmesin, unutmayayım... boşluğa düşüp, merhamete gelip affetmeyeyim onları ben.. salağım, aptalım ve hala karım, eşim.... ben hala o... o... adı yok ki artık, vasfı yok ki!
Silindi gitti hepsi bir kalemde şimdi... ihanet artık onun adı... yalan artık onun vasfı... ismini bile anamam ki artık... nasıl söylesin bu dudaklar onun o lanet adını... nasıl zikretsin?
Ya abim bildiğim canım, her düşündüğümde ciğerimin köşesini cayır cayır yakan kardeşim, karındaşım, benim dağım, can yoldaşım... ona ne diyeceğim peki?
Onun da adı yasak artık bu acıyla ısırdığım dudaklarıma.. yaktınız beni.. yıktınız beni, yok ettiniz ikiniz...
Allah ikinizinde belasını versin be... gittiğiniz yerde huzurla yatmayın bundan sonra, o kabirleriniz cehennem çukuru olsun artık size.. beni yaktığınız gibi sizde yanın o çukurlarda... inim inim inleyin.. geberin acıdan...
Yere bakan başımı kaldırdım tüm nefretimle. Yengeme baktım. Oturduğu yerde, ileri geri kendinden geçmiş gibi sallanıyordu. Acıyla kavruluyordu onunda yüreği.. biliyordum, görüyordum yüzünde.. beden dili öyle güzel anlatıyordu ki kendisini.. acının saf hali tüm benliğini öyle bir kaplamıştı ki, görmemek için aptal olmak gerekirdi. Hangimize daha çok üzüleyim bilemedim ki!
Nasılda çaresiz bırakmışlar onu ve şimdi ben, aynı çaresizliğin kucağında debelenip duruyorum.. ve düşündükçe, gerçeğin ayırdına vardıkça daha çok kahroluyorum ve daha çok nefret ediyorum onlardan, tiksiniyorum.. iğreniyorum... kusacağım nerdeyse...
"Görmek istiyorum tüm o söz ettiğin şeyleri," diyen sesimi duydum bir anda ve oturduğu yerde aniden sallanmayı kesen yengemle göz göze geldik.
Yengem, şiddetle başını iki yana salladı ve telaşla gözünün yaşını sildi.
"Yok, olmaz.. kaldıramazsın.. bu kadarını kaldıramazsın.. kendine zarar verirsin çocuk.. sadece yazışmalarını gösteririm sana, atarım whatsaaptan," dedi korkuyla.
"Yengeee!"
~~HACER~~
Nasıl gösterirdim o iğrenç resimleri, nasıl? Benim bir dedektif gibi o iki hainin peşine düştüğümü, yetmeyip kızkardeşimi ve kocasını bunların peşine taktığımı, her anlarını resimlettiğimi, bir telefon konuşmalarına şahit olupta ikisinin bu evde buluşacaklarını öğrenip, bu evin önceden gizli bir şekilde edindiğim anahtarını enişteme verdiğimi, o ikisi eve gelmeden, öncesinde eniştemi eve gönderdiğimi, gizlice eve girip onları görüntülerini almayı başardığımı, bunları çoğalttırdığımı, kendi yatağında karısının ve abisinin ihanetinin görüntülerini nasıl izletirim ona... ben izlerken bin defa ölürken, şimdi ona nasıl izletirim.. hayatta izletmem... o kadar uzun boylu değil.. sadece yazışmaları görebilir. Aşk sarhoşu kocam, yeni bir tene dokunmakla kendisini kaybeden salak kocam, o yılanın uyarılarına rağmen silmiyordu o konuşmaları, bazen telefonuna bakarken, aptal aptal sırıttığını görürdüm.. konuşamadıkları zamanlarda eski yazışmalarını okur, özlem giderir mutlu olurdu..ve ben bin kez yıkılırdım..
Çok seviyordum onu hemde ne çok.. yıkıldım ilk fark ettiğimde. Bu lanet olası ailenin, şimdi hapishanem olan o evlerinde bir bayram yemeğinde ilk defa fark ettim ben o iki haini.. ondan öncesinde hiç farkında değildim.
Yemekler yenipte biz masadakileri kaldırken Esra ile, o orospu, yine yemeğini yer yemez çekildi bir kenara.. elinde telefonu artık ne zıkkım izliyorsa pis pis gülümsüyordu.
Sıra kahve yapmaya geldiğinde hepimizi şaşırtarak kahveleri bu bayramın şerefine kendisinin yapacağını söyledi büyük bir lutufla hasbam. Sinir olurdum ona ve o gün daha çok sinir oldum. O kendine güveninden, kendisinden ne olursa olsun ödün vermezliğinden nefret ederdim. Atakan ile tanışana kadar bende öyleydim aslında ama kocam olacak o haine öyle aşıktım ki kültürlerimiz çok farklı olduğu halde, sırf ona olan aşkımdan boyun eğdim bazı söylediklerine.. kırmadan, incitmeden söylerdi, isterdi bazı şeyleri.. hoş bende sert bir anne- baba çocuğuydum... disipline alışıktım, takdir görmemeye alışıktım, benimle emredilerek konuşulmasına fazlasıyla alışıktım ama Atakan konusunda özellikle, hiç taviz vermedim onlara.
Evde zaten mutlu değildim.. buzdolabı gibi iki insanla yaşamak kolay değildi.. yalan söyleyemem... şiddet yoktu ama sevgi de, ilgide yoktu.. varsa yoksa disiplin vardı.. hamurları disiplinle yoğrulmuştu ebeveynlerimin. Kız kardeşimle yakın olmamıza bile dayanamıyorlardı. Onlar bize buz gibi davrandıkça, biz kız kardeşimle ateş olup, sevgimizle birbirimizi kuşatır yakardık. Hiç yalnız bırakmadık birbirimizi hiç.. önce o evlendi kurtuldu o buzhaneden, sonra da ben.. ikimizinde evliliğine sıcak bakmıyorlardı ama aileler zengin, nüfuslu olunca ses çıkarmadılar fazla ve ben, takdir nedir hiç bilmeyen ben, kocamın takdirini kazandıkça, daha çok çoğu şeye ses çıkarmaz oldum.
Besliyordu tatlı sözleriyle benim o eksik yanımı.. bazı şeylere dayanmamı kolaylaştırıyordu yoksa yağmurdan kaçıpta doluya tutulan salak ben, o Nemrut suratlı ailesine dayanamazdım.
Hakkını yiyemem, Esra ve Alptekin'de iyiydiler. Esra biraz dengesizdi ama idare ediyordum işte onuda... ve o gün, Nilay yılanı bakır cezvede kahveleri yaparken, bende lavaboya gitmek için kapısı açık olan mutfağın önünden geçerken gözüm, görüş açımdaki o zilliye takıldı.. yan tarafa bakıp çapkın çapkın gülümsüyordu, sonra dudağını seksi seksi yaladığını gördüm aşiftenin.
"Az değil bu zilli," diye düşündüğümü hatırlıyorum ve bir an aydım, e bizim Teko salondaydı.. ne ara geçti ki mutfağa diye sorgularken, döndüm salona ilerledim. Kapının kenarında durdum ve sanki bir şey arıyormuş gibi içeri baktım. Teko oturuyordu içerde ve telefonuyla meşguldü... İster istemez kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, yavaşça döndüm ve hızlansn adımlarımla yeniden mutfağın kapısına vardığımda, kapıdan çıkan kocamla karşılaştım.
Bana öpücük atıp, geçip gitti yanımdan, çok mutlu görünüyordu ve ben şaşkın bakan kocaman açılmış gözlerimle arkasından bakakaldım.
O anki merakımla başımı içeri uzatıp baktığımda ocağın başında, cezveden fincanlara kahveyi boşaltan o pisliği gördüm ve sanki yer ayağımın altından kaydı... nasıl yaptım bilmiyorum ama hemen başımı geri çektim, kalbimin sıkıştığını hissediyordum ve nefesim boğazımda tıkanıp kaldı.
Felaketim, gelip beni yakalamıştı ve ben ne yapacağımı bilemez haldeydim.. keşke hayal görmüş olsaydım... keşke... * * * * *