İHANETİN KANATLARIUpdated at Sep 18, 2024, 06:03
1.BÖLÜM Antioc, uzun düzlüklerin, sıra sıra dizili yemyeşil ağaçların ve masmavi, dingin suları olan minik göletinin eşsiz uyum içinde bütünleştiği bir köydür. Şehirden bir hayli uzak olan bu köyde insanlar işlerini imece usulü halleder, birbirlerini çok iyi tanır ve sahip çıkarlardı. Hoşgörü, yardımseverlik, dayanışmadan başka bir şey bilmezlerdi. Belki de iyilik tohumlarının her an her yerde ekilmiş olmasından dolayı bu köye kötülük pek uğramazdı. Huzursuzluk denen şey çok uzaktı. Havası bile bu güzel insanların yüreklerindeki iyiliği destekler nitelikteydi Yazları insanın içini ısıtan sıcaklıkta, kışları kalplerdeki buzları eritecek ılıklıkta geçerdi. Havası insanın ömrüne ömür katar, ruhuna ferahlık verirdi.Hava her zamanki güzelliğindeydi. Günün aydığını haber vermek isteyen kuş cıvıltıları güzelliğe güzellik katıyordu. Pencereden içeri esen ılık hava perdelerin ahenkle dans etmesini sağlayıp görsel bir şölen yaratıyordu. Güneşin cama yansıyan ışıltısı adeta bu görsel şöleni büyüleyici hale getirmek için çabalıyordu. Her şey yerli yerinde ve günlük gülistanlıktı ama bunun farkında olmayan bir tek kişi vardı. Sara, yüreğindeki acının ağırlığı ile açtı gözlerini. Güneş tepede bütün sıcaklığıyla selamlıyordu onu ama derler ya insan kalp gözüyle bakar dünyaya. Sara ‘nın durumu da bundan ibaretti yüreğindeki acı, sırtındaki yük bütün güzelliklerin önünde bir perde gibi duruyor, güzellikler artık buğulu, karamsar bir hal alıyordu. Sara’nın altın sarısı saçları, bal badem gözleri vardı. Öyle duru bir güzelliğe sahipti ki görenler ona hayran kalır, bir kez bakan bir daha dönüp bakardı. Uzun boyu, ince beli ile zarafetine zarafet katan bir güzellikle gelmişti dünyaya. Bu güzelliği annesinin ona armağanıydı. Annesi de köyün en güzel kadınlarından biriydi. Her zaman tartışmalara konu olmuş, peşinden çok koşulmuş biriydi. Sara’nın babası ve annesi birbirlerini sevip dillere destan bir aşk ile evlenmişlerdi. Altı tane de birbirinden güzel ve yakışıklı çocukları dünyaya gelmişti.Sara ise altı çocuklu bu ailenin en büyük kızıydı. İki erkek, onun dışında da üç kız kardeşi vardı. Hepsinin arasında birer yaş farkı olmakla birlikte en büyüğü on yaşındaydı. Sara ise henüz yeni reşit olmuştu. Bundan on sekiz yıl önce sıcak ve çiçek kokularının hüküm sürdüğü bir yaz günü dünyaya gelmişti. Bu yaz ise on sekizine yeni basmıştı. Her zaman on sekizine basmanın hayalini kurardı. On sekizine vardığında dünyanın bambaşka olacağını umut ediyordu. Bütün hayallerini gerçekleştirebilmek için sanki on sekizine basması gerekiyormuş gibi düşünürdü. Gerçekten de öyle olmuştu dünyası bir anda bambaşka bir boyuta taşınmıştı. Bütün yük daha da omuzlarına yüklenmişti ama Sara’nın beklentisi bu değildi. On sekizine basınca özgür olmayı bekliyordu. Her istediğini elde edebilmeyi, yaşıtları gibi güle oynaya bir hayat sürmeyi, hayallerini bir bir gerçekleştirmeyi…Ne yazık ki umduğunu bulamadı ve bu belki de bir ömür boyu hayatın imzası gibi onunla süregelecekti. Hayatın bütün yüklerini omzunda taşımanın verdiği öfke yüzüne yansıyordu. Sert mizacı duru güzelliğinin ve pamuk kalbinin önüne geçiyordu ama bir nevi de dış güçlere karşı savunma mekanizması mahiyeti taşıyordu. Sara insanlara karşı ketum, soğuktu. Belki de hayatın acımasız oyunları onu bu hale getirmişti, bilinmezdi ama görünen buydu. Sara, insanlara karşı ne kadar ketumsa hayvan dostlarına karşı bir o kadar hassas, pamuk kalpli ve sevecen yaklaşırdı. Çünkü hep şöyle düşünürdü ‘’ insanoğlu çiğ süt emmiştir. Aklı olsa da bu akıl kimi zaman kötülüğe çalışır, ayak kaydırmak, kalp kırmak için uğraşırdı ama hayvan dostları öyle değildi. Belki insanlardan farklı olarak akılları yoktu ama koca bir merhamet, koca bir vicdan duygusu ile dünyaya gelmişlerdi sanki ‘’bu yüzden hiç korkmazdı hayvan dostlarından hep kucak açardı onlara, en üzgün anında da hep onların şefkatini hissederdi yüreğinin derinliklerinde’’. Sara’nın babası köyde çobanlık, annesi ise ev temizliği yaparak geçimlerini sağlıyordu. Sara, canı sıkıldığında, üzüldüğünde her zaman babasının buzağılarının yanına koşar onlarla adeta bir insanla dertleşircesine dertleşirdi. Onlar cevap veremiyordu ama dinlediklerini bilmek bile rahatlatıyordu Sara’yı. En sevdiği buzağısı vardı, diğer buzağılardan geri kalmış, daha minikti. Adını da ‘’Huzur’’ koymuştu. Her yanına gidip seslendiğinde o huzuru iliklerine kadar hissetmek için. Ailesi çalışırken Sara ise bir yandan kardeşlerine bakıp bir yandan okuyup öğretmen olmak için çabalardı ve tabii ki de kara sevdası, rüyalarını süsleyen ama bir türlü kavuşamadığı aşkı Queen’in hayali ile günlerini geçirirdi. Sara’nın gönlünü kaptırdığı, aşkından her şeyini feda edeceği Queen, uçarı kaçarı bir çocuktur. Uzun boyu, kara kaşlarıyla adeta film karelerindeki yakışıklı erkeleri andırıyordu. Sürekli bir başkaldırı halinde, hayata, hayatın kirli yüzüne isyan eden biriydi. Bunun yanı sıra fiziki görüntüsüyle köyün en beğenileni, kızların dönüp bir daha baktığı, enerjisi yüksek biridir