Bölüm 1: Pusu
‘’Ne oluyor?’’ diyerek, anında silahıma sarıldım.
Canberk, ‘’Biri yolu kapatmış, efendim.’’ diyerek cevap verdi. Canberk aslında babamın adamlarından biriydi. Annemin ölümünden sonra, benim ekibimdeki sağ kolum olmuştu.
Önümüzdeki kapanmış yoldan şüphelenerek, ‘’Herkese haber ver, pusu olabilir.’’ dedim. Sonra da arabayı süren adamıma, ‘’Yavaşla ve çok yaklaşma!’’ diye talimat verdim.
Normalde keskin nişancılarım ve korumalarımla hareket ederdim. Masanın yanına uğradığımız için, sadece iki arabaydık. Eğer bir pusu kurulduysa, arabalarda 8 kişiydik. Buradan kurtulmamız imkansız olurdu.
‘’Canberk, herkes silahlansın.’’ diye uyardım.
Eğer biri bu yolda bize tuzak kurduysa, bu kişi kesinlikle masadan biriydi. Çünkü başka kimsenin şu an burada olduğumdan, bu yolu kullanacağımdan haberi yoktu. Türkiye’de olduğumu bile çok az kişi biliyordu.
Arkamızdaki arabadan bir koruma çıkarak, yolu temkinli şekilde kontrol etti. Arkasını dönüp kafasını bir şey yok der gibi salladığında, hızla gelen bir mermi kafasını deşti.
Anında arabadan çıkarak pozisyon aldık. ‘’Canberk, nişancı tüfeğim?’’ diye sordum. Oturduğum yerin altını işaret etti. Elimi oraya attığımda bir sırt çantası ile karşılaştım. Hızlıca tüfeğimi kurarak hazır hale getirdim. Bu sırada bizimkilerde ellerinden geldiği kadar, beni korumaya çalışıyordu.
Arabanın altına yatarak görebildiğim hedefleri türbünle taradım. Ellerinde normal silahlar vardı, profesyonel bir ekip değildiler. ‘’Canberk, asker değiller.’’ dediğimde, ‘’Masadan birinin adamları mı?’’ diye sordu.
Kaşlarımı çatarak, ‘’Hangi amına koduğumun salağıysa, şuradan bir çıkayım. Kimse o mal, tepesine çökeceğim.’’ dedim. Hangi aptal beni karşısına almaya cürret edebilmişti ki? Benim kim olduğumu bilmiyorlar mıydı?
Kafamı yeniden tüfekten kaldırdım. ‘’Ağaçların arkasında 10 araba saydım. Açıkta duran adamlar var, önce onları indireceğim. Sonrası Allah kerim, çokta mermimiz yok gibi.’’ dedim.
Her zaman yanımda gizlediğim kasaturayı belime sabitledim. Acil bir durumda oradan çıkarıp hızlıca kullanabilirdim.
Önce annemin arabasına kurulan pusu, şimdi de bu… Birileri feci şekilde ölerek can vermek istiyordu, kendilerine azrail olarakta beni seçmişlerdi.
Önüme çıkan hedefleri tek tek avlarken, bir yandan da kendi adamlarıma talimatlar veriyordum. Bize göre fazlasıyla üstünlerdi, ama önemli değildi. Buradan öyle ya da böyle çıkacaktım.
Yoğun bir çatışmanın ardından karşı tarafta az kişi kalmıştı, ama bizim mermilerimiz bitmişti. Onlar bize oranla daha hazırlıklıydı. Ve kapalı yoldan gelen yeni araçlar vardı.
Elimin üstündeki implanta üç kere tıklayarak sos sinyali gönderdim. Buraya daha fazla müdahale edemezdik. Adamlarımdan dördü ölmüştü, sanırım biri de yaralıydı.
‘’Canberk, yaralıyı al gidelim.’’ dedim. ‘’Araba çalışacak mı ki? Hem arkamızdan takip edecekler?’’ diye sordu.
‘’Çok konuşuyorsun Canberk. Ne diyorsam onu yap!’’ dediğimde, sadece emrime uydu. Genelde saygısız biri olarak tanınırdım zaten, benim saygı duyacağım kişiler benden üstün olmalıydı. Ya da bir şekilde saygıyı kendileri kazanmalıydı.
Hala üzerimize silah sıkarlarken, arkadan dolanarak arabaya bindik. Zaten arabaların camları parçalanmış ve her yerleri delik deşikti. Profesyonel olduğumuz için iyi iş çıkartmıştık, yoksa şimdiye çoktan diğer tarafı boyladıydık.
En doğru hamlemiz pusu kurdukları yere yaklaşmadan durmamız olmuştu. Aramızdaki mesafe fazla olduğu, benimde tüfeğim yanımda olduğu için, onlara oranla avantajlı duruma geçmiştik. Silah menzili ile tüfek menzili arasında devasa bir fark vardı.
Canberk arabayı sürmeye başladığında, ‘’Sen çok yaşlandın artık, önünü görebiliyor musun?’’ diye dalga geçtim. Ağzı açık kalmış gibi bir bana bir de yola baktı.
‘’Şu durumda bile dalga mı geçiyorsun? Arkamızda bir dolu adam var!’’ dedi. Ona göz kırparak, ‘’Eee ne olmuş? İlk defa mı bu durumda kalıyoruz?’’ dedim.
Canberk, ‘’Sen annenden de manyaksın!’’ dediğinde, ‘’Ne kadar ayıp, insan hiç patroniçesi ile böyle konuşur mu?’’ diye şakıdım.
Yaralı adamın iniltisi ile ona döndüm. Hızlı giden arabada yapabildiğim kadarıyla ilk yardımını yaptım. ‘’Geçen sene ben hani omzumdan vurulmuştum ya, tam aynı yere denk getirmiş puştlar.’’ dediğimde, yaralı adamım bile sırıttı.
Omuzumu oynattım, ‘’Hala biraz ağrıyor, ama birkaç yıla bir şeyin kalmaz korkma.’’ dedim. Muhtemelen o da birkaç defa yaralanmıştı. Bizim için vurmak vurulmak falan normaldi böyle şeyler.
Zaten incecik bir ipin üstündeydim, bunun bilincinde olduğum için her an ölümle burun buruna yaşamaya alışmıştım. Son yıllarda daha çok güçlenmiştim, haliyle düşmanlarımda artmıştı.
Özellikle Birleşik Arap Emirliğinde sahip olduğum statüden sonra…
Ama şimdi gel gör ki, lideri olmam gereken masa tarafından ihanete uğramıştım. Yine ve yeniden… Bu yüzden kimseye güvenmiyor ve acımıyordum.
Canberk’e ‘’Aşiretlerden tanıdığım var, bu yoldan git.’’ diye elimle gösterdim. Doğuda Meto’nun yönettiği aşiretler vardı. Telefon çeken bir yere geçebilirsek, buraya anında bir sürü adam yığardık.
Meto iyice yaşlandığı için, aşiret liderliğini genç oğluna bırakmıştı. En son bodrumdaki yazlığında emeklilik hayatı yaşıyordu. Ama yine de benim kelimelerim, onun gibi adamlar için birer emirdi.
Ne olduğunu anlamadığım saniyelerde, karşımızdan gelen bir araba bize hızlı şekilde çarptı. Yüksek sürat ile gittiğimiz için yoldan çıkarak, yandaki tarlaya yuvarlandık. Siktir, bir bu eksikti.
Kemer takmadığım için, çatışmada tuzla buz olmuş camların birinden fırlamış olmalıydım. Yüz üstü toprağa çakılmıştım. Tüm bedenim feci şekilde ağrıyordu. Kırığım olup olmadığını kontrol etmek için, minik hareketler uygulamaya çalıştım.
Parmaklarımda bir şey yoktu, avucumu da açıp kapatabiliyordum. Kollarımda ağrı vardı ama hareket ediyordu, bir bacağımda hali hazırda sızlama vardı. Ama kırık gibi değildi. Yavaşça boynumu kaldırmayı denedim, onda da sorun yoktu.
Geçen sene vurulduğum omzumda bir ağrı vardı. Hareket ettirdiğim gibi sol tarafıma bir ağrı girdi. Siktir, ön tarafımdaydı.
Yoldan gelen seslerle hareketsiz kaldım. ‘’Yaşayan birileri varsa öldürün.’’ dedi.
Bu adamlar, bize çarpan arabanın içindekilerdi. Üstümüze gelen araba onlardan birininmiş.
İçlerinden biri alaycı şekilde, ‘’O kadının cesedini de getirin. Abim siktikten sonra müzeye koyacakmış.’’ dedi. Kim kimi sikiyormuş, birazdan görürsün yavşak seni!
Belimi de oynattığımda, çalıların arkasına saklanarak dizlerimin üstüne çöktüm. Saat gece yarısı olduğu için, etraf sadece arabaların lambalarıyla aydınlanıyordu. Hareket etmekte zorlanıyorken, bu benim için avantajdı.
Her tarafımı hareket ettirerek bu seferde bağdaş kurdum. Evet, sağ bacağımda zedelenme ve sol köprücük kemiğimde kırık vardı. Kafamı arabanın önünde duran hıyarlara çevirdim.
Tarla ile yol arasındaki çukura düşmüştüm. Buraya yuvarlandığımız araba ise, 500 metre kadar ilerimdeydi. Kaç metre yukarıdan düşmüştüm acaba? Demek ki, bedenim baya sağlammış. Annem derdi de, inanmazdım.
Elim belimi buldu, iyi ki yüz üstü düşmüştüm. Yoksa bu kasatura götümü delik deşik ederdi.
Çukura tutunarak yavaşça doğruldum. Yukarıdan gönderilen iki adam, biraz daha ilerimde elinde telefonun flaşıyla arabaya ilerliyordu.
Aldığım eğitimlerde her zaman yaptığımız gibi, usulca hedeflerime ilerledim. Elimdeki kasaturayı sımsıkı tutuyordum. Tarlaya indiklerinde, önce birini sonra diğerini hızlıca etkisiz hale getirdim.
Tabii bu sırada çıkan ses ve telefon flaşlarından dolayı hemen ifşa olmuştum.
Panikle ‘’Aşağıda biri var! Arabadan fırlamış olmalı abi.’’ diyen kişiyi duydum. Konuşan adam hiç beklemeden belindeki silahı çıkardı ve gelişigüzel üstüme doğru sıkmaya başladı.
Yere yüz üstü çökerek, öldürdüklerimden birini üstüme çektim. Sonra da bana sıkan kişinin şarjörü bitene kadar bekledim. O ara verdiğinde, yattığım yerden kalkarak kasaturamı ona doğru fırlattım.
Karanlık nedeniyle adam tam görüş açımda değildi, ama hareket sesinden nerede olduğunu anlayabilmiştim. Diğer adamı gözlerimle taradığım sırada, omzuma giren mermi ile sendeledim. Amına koyayım, aynı yer olmak zorunda mı?
Az önce üstüme çektiğim adamın silahını alarak, çukura siper aldım. Benim hareket ettiğimi duyan diğer adam, üstüme doğru sıkmaya devam etti. Nerede olduğunu anlayınca, tek seferde kolumu uzatarak silahla adamı vurdum.
Lanet olsun, olan gene omzuma olmuştu! Olduğum yerde kafamı toprağa dayayarak bir süre bekledim. Sonra da az önce öldürdüğüm adamın gömleğini, tüm gücümle asılarak kopardım. Kolumun altından kumaşı geçirerek, omzuma dolayıp ağrıyan yerin üstünü kapattım.
Sorun omzumdan çok, köprücük kemiğimdi ve gerçekten ağrısı başıma vuruyordu. Kolay kırıldığını bilirdim, ama daha önce hiç kırmamıştım. O yüzden bu acı benim için yeniydi.
Ayağa kalkarak etrafı kolaçan ettim ve yuvarlanan arabaya ilerledim. Sürücü tarafına geçtiğimde, Canberk’in emniyet kemeri taktığı için koltuğunda olduğunu fark ettim. Elimi boynuna götürdüğümde nabzı vardı. Arka koltuktaki yaralanmış korumam ölmüştü. Diğer adamımda arabada yoktu, muhtemelen o da benim gibi bir yere fırlamıştı.
Ama ne yazık ki karanlıktan bir şey gözükmüyordu. Silah seslerini duyduğuna göre bir yere saklanmış olabilirdi.
‘’Mahmut? Öldün mü lan?’’ diye bağırdım. İleride bir el yukarıya fırladı. Önce araba patlayabilir diye, Canberk’i yavaşça dışarıya çıkartmaya çalıştım. Tabii benim kaç katım olduğu için, bir de erkek olmasından dolayı çok zorlanmıştım.
Bu sırada omzumunda iyice perti çıkmıştı, ama yapacak bir şey yoktu. Onu arabadan uzaklaştırdıktan sonra, ileride el kaldıran Mahmut’un yanına gittim. ‘’Bugünde ölmedik çok şükür Mahmut.’’ diyerek, yanına vardım. Mahmut dediğime yarım ağız gülüyordu.
‘’Niye yardıma gelmedin lan? Gayet iyisin!’’ diye söylendim. ‘’Sağ kolum kırıldı galiba, belimde de ağrı var.’’ dedi.
Alay ederek, ‘’Sürünüp sol kolunla ateş etseydin Mahmudi, çok mu zordu?’’ dedim. ‘’Gerçekten mi?’’ diye mırıldandı. Sesi acımasız olduğumu öne sürer gibiydi, bense sadece hayatta kalmasını istemiştim. Ya omzum yerine, kafamdan vurulsaydım?
Yanımıza yedek olsun diye öldürdüğüm diğer adamın silahını almaya giderken, başım döndü ve sendeledim. ‘’Ha siktir ya, dur şimdi olmaz.’’ dedim. Ama bedenimin gücünü kazanamadan yeri boyladım. Mahmut’un ‘’Hanımım!’’ diyen sesini duydum, ama gözlerimi açık tutamayarak bayıldım.